11 Aralık 2015 Cuma

Aman Nazar Değmesin

istanbulda-ita

Çeviri hocamın beni takdir edip, "Sen şair,yazar mı olmak istiyorsun? Ne güzel çevirilerin var, kelimeleri çok şairane kullanmışsın." sözleriyle sınıfa tanıttığı bir rüyayla uyandım. Moralim bozuldu. Çünkü rüyaların tersi çıkar falan ya hani...

Bana kesin gıcık gidecek bugün!

Bir de dün gece, Düğün Dernek'i izlediğimiz için eve geç gelip son anda çeviri ödevini yapmamın verdiği bir stres vardı. Acele yaptığımdan güzel olmadığını düşünüp, okula gitmesem mi acaba diyordum. Çünkü Portekizce dersimle de çakışıyordu. Boş ver, git, en azından sonradan vereceği metinleri çevirirsin, dedim kendi kendime.

10 dakika gecikmeyle sınıfa girdim. Derse katılmak gerekliydi, ben de ne olursa olsun çevirdiğim cümleleri okumaya karar verdim. İlk defa, hoca hiç yanlış bulmadan, güzel olduğunu söyledi. Hal böyle olunca ben gaza geldim. Yeni metni verdiğinde, hep söz hakkı istedim. Beğenmeye devam etti. İsmimi de öğrendi. Ben söz hakkı istemeden bana sordu hatta. Böyle güzel geçti işte!

Çeviri dersi biter bitmez, Portekizce'ye koştum. Sadece 1 ders kaçırmışım. Kalanından yakalamaya çalıştım. Sınavlar okunmuş, 90 almışım. Buna da sevindim.

Sonra bir başka hocamdan, notumdaki yanlışlığı düzelttiklerine dair bir e-posta aldım. 75! Kendisinden 60'dan yukarı alan pek yoktur. Ekstra bir sevinç...

Aklımda negatif şeyler kalmadığından mıdır nedir, işlerim de yolunda gitti.

 

 

Şükrettim.

 

 

 

 

7 Aralık 2015 Pazartesi

Antidespresan Bırakma Süreci #6

Anafranil-Oral-ANAFRANIL-25-MG-CAPSULE

Artık, o gözümdeki kaymalar, baş dönmesi, beyin içinde elektrik çarpması gitti. Neredeyse hiç olmuyor. Yalnız, iyileşen taraflarım olduğu gibi aynı şekilde geri dönen fakat bu sefer, aklımla üstesinden gelebileceğime inandığım şeyler de var.

Aşırı sinirliyim.
Aşırı mutluyum.
Aşırı duygusalım.
Her şeyi aşırı yaşamaya başladım. Dengesizleştim, kurtulmak isterken. Karamsarlaştım. Bu, belki de şu anki hayatımın stresinden kaynaklanıyordur, bilemiyorum. Çünkü ilaç kullandığım zamanlarda sadece mutlu olduğum şeyleri yapıyordum. Okul yok, sınav yok, gezme var, dans etme var, spor var... Şimdi her şey tam tersi. Aslında ilaç şimdi lazımmış bana. Ama belki de o zamanları öyle hissetmemin sebebi de ilaçtı.

Tiroitlerim dengelendi. Terleme, uyku hali yok artık. Nödüllerim de gitmişti en son baktırdığımda. Geri gelmezler umarım. Yalnız, hastalıkları tekrar çok takar oldum fakat kendimi telkin edebildiğim ya da birisine sorduğumda, pozitif bir şey söylerse inandığım anlar da oluyor. "Ütüyü kapattım mı?", "Kapıyı kitledim mi?" derdim yok. Daha dikkatliyim ve daha zor unutuyorum.

Örneğin; burun eti küçültme ameliyatının üstünden 25 gün geçtikten sonra burnum kanadı şakır şakır fakat "hızlı sümkürdüğümdendir herhalde" deyip, başkalarından da onay aldım ve doktora gitmedim. Ama gitmem gerekiyor. Çünkü kontrol vakti geldi. En son, çok hızlı iyileştiğimi söylemişti doktor. Son durumu öğrenmek lazım.

2,5 aydır antidepresan kullanmıyorum. Bakalım, ilerisini de göreceğiz.

 

Artık Git!

Gelmişsin 80 yaşına. Ne duyuyorsun, ne görüyorsun. Öğrencilerine aktardığın bilgiler 30 yıldır aynı. Bir kitap çeviriyorsun, yıllarca onu anlatıyorsun. Evet, bilgilisin, eğitimlisin,profesörsün ama yeter artık. Daha fazla gelişemezsin. Son seviyedesin. Git, yerini yenilerine bırak. Senin kadar iyi olmayacaklarını düşünüyorsan da bu senin suçun. Senin öğrencin, sen ne aktarırsan onu alır.

 

Tek soruluk ve 2 sayfa cevaplı, 200 tane edebiyat ve tarih sınav kağıdını 4 günde okuyan adamdan ne beklersin?

Ooo çok çalışkan! 

Hayır! Değil! Baştan savma, incelemeden, bir iki kelimesine bakıp şöyle bir göz gezdirilerek verilen sınav notuna ne inanırım ne de güvenirim ben! Ne hak edene verirsin, ne de hak etmeyene.

Bir de diyor ki:
"X görevini yaparken hiçbir zaman yanlış bir şey yapmadım. Eşit davrandım. Hep iyisini yapmaya çalıştım. Ve insanlar benim önümde eğilirler, karşı gelmezler."  

Sana öyle davranmaları, senin bilgeliğinden,onurundan,erdeminden değil. Yaşlısın. Büyüklere laf söylenmez. Bundan... Sen 16. yüzyıl edebiyatçıları gibi ünlü, bilgin, saygıdeğer olup sonraki nesle öyle aktarılacağını düşünüyorsun ama öyle olmayacak. Sen sadece yıllaaaar önce öğrettiğin dilbilgisi ile hatırlanacaksın.

Artık insanlar seni harika bir hoca olarak görmüyor.
Artık sen yeni şeyler öğretmeyen, düşük not veren ve öğrenciler bir şeyleri bildiği zaman 100 üzerinden en fazla 70 verip "böyle bir şey hiç görülmedi" diyen, sınavları okumayan, egoist, emekli olduktan sonra bile ders vermeye kalktığı için paranın tatlı geldiği birisi olarak bellenen ve evinde torunlarıyla oynaması gereken bir insansın. GİT!

GİT ARTIK.
Daha fazla arkandan sövülmeden, daha fazla gözden düşmeden git!

 

GİT YA!

 

 

1 Aralık 2015 Salı

Güle güle Biri

image

İçime doğmuş...

Dün Koala'm çamaşır asarken o odaya, kendisinden hiç ses çıkmamıştı.

Halbuki hep ıslık çalar ya da bağırırdı.
Kapı açılır açılmaz.

Allah allah...

Sabah 7:30'da uyandığım gibi odasına koştum.

Aynaya yakın değildi.
Tellerde de değildi...
Tüneğinde bile yoktu!

O an kalbim o kadar hızlı attı ki... Nefes aldırmazcasına.

Biri'm yerdeydi...
Kanatlarını açmış, gözleri kapalı, yüzüstü yatıyordu.

Hastalığı yoktu, aç da değildi ki aç olsa bile dayanırdı Biri'm. Güçlüydü! Oda da oldukça sıcaktı.

Alerjim varmışmış, odamda kuş duramazmışmış! Al işte! Sikerim alerjisini be! Odamda duraydı her şeyini görür, her anı birlikte yaşamaya devam ederdik işte!

Biri'm... Çok özür dilerim.
Umarım gittiğin yerde hiç yorulmadan uçarsın...

Üç buçuk yıldır baktığım, zor da olsa bir şeyler öğrettiğim, her heyecanlandığında ismini bağıran 4 yaşındaki kuşum bugün gitti...

Sınavıma doğru giderken ayaklarım tutmuyordu. Acı çekmiş olabileceğini düşündükçe içim acıdı. Aklımdakiler de uçtu gitti...

Bir daha kendimden başkasına bakmaya asla söz vermeyeceğim!

Odie'ye Koala'mla beraber bakıyoruz.

14 Kasım 2015 Cumartesi

İnsanoğlu hep nankör, insanoğlu hep memnuniyetsiz.

[youtube https://www.youtube.com/watch?v=xJZF-skCY-M?rel=0]

Evi, işi, eşi de olsa, insan mutsuz olabiliyor yine. Şükretmeyi bilmez. Hep sıkılır.

Bilmiyoruz.

Her şey tam olsa, bu sefer de "acaba onlar olmasaydı nasıl olurdu?" diye düşünür. Mutluluğundan mutsuz olur.

Ama yaşamak bunu gerektiriyor sanırım. Hayat, "işim bitti, bana müsaade" değil; hayat, "şu yoldan gittim, bir de bu yola bakayım". Yoksa ne anlamı kalırdı uzatmanın, değil mi?

Ama benim zamanımın getirisi bu olmalı ki gördüğüm sadece bu. Artık her şeyi o kadar çabuk elde edip, o kadar çabuk tüketir oldu ki insanoğlu, yapacak bir şeyi kalmadığı için devam etmenin de anlamsız olduğunu düşünüyor. Kendisi de tükeniyor.

Ben günübirlik isteklerden bahsetmiyorum. Gerçekten sıkılmaktan bahsediyorum. Zaman zaman değişim istersin,sonra eskisine geri dönersin;o ayrı. Benim dediğim, tamamen değişmek. Tamamen değiştirmek...

Bazen diğerlerinin her zamanki yaptıkları sıkar insanoğlunu.
Bazen de diğerlerine sergilediği davranışın kendisine yapıldığını gördüğünde sıkılır canı.
Hani "önce ben" demeli ya; bunun yerine "hep ben" der ve uyum sağlamazsa, uyumsuzluğun getirilerinden de sıkılır.

Öf.

Ne kadar da melankolik bir yazı.
Saçma sapan.

Kıstım


Hani dedin ya "benimle veya çevremle takıldığında şu anki kadar mutlu değilsin, sen orada daha çok kendinsin" diye...
Sen benim mutlu olduğumu nereden çıkardın? Evet, kendimim ama sensiz mutlu olabileceğime nasıl inandın? Neden? Aklım almıyor.
Baktın mutlu olmaya yakınım, neden gelmiyorsun da tamam olamıyorum? Sevmiyorsan bile hatır için gel. Ben senin için her yere gittim be. Kimseyi tanımasam da, her şeyimi gizlemek zorunda olup pot kırmamak için konuşamasam da sen varsın diye yanında durdum!
Benimle olmaktansa başka yere gittin. Eyvallah. Ama sanki seni evde beklemediğim ve bir yere gittiğim için beni suçluyor gibisin. Ben sana naptım da bu kadar somurtuyorsun? Ne yanlışım oldu?
Gitmek istiyorsun ya evden...
Çok şey alıp götüreceksin.
Düşecek.
En başta gelmeyecektin... Zararı kara dönüştürebileceğin bir durum yok. Göremiyorsun.
Sen de benim gibi aklındakine inandırıyorsun kendini.
Ama artık insanlığımı kıstım...
Duygularımı kapatmadım ama kındırdım...

Aşkta kendin gibi olamıyorsun. Olunca ölüyorsun.


12 Kasım 2015 Perşembe

Ben delirmişim zaar

IMG_20151112_152806

Biyopsi sonucum geldi.

Hiperkeratoz ve epitelyal hiperlazi imiş. Korkulacak bir şey yokmuş. Hatta tedaviye bile gerek yokmuş. Deri kalınlaşmasıymış. Isırınca falan olurmuş ama benim ağzımdaki zıkkım, ısırılacak yerde değil. Her neyse; sonuç olarak bir şeyim yok çok şükür... Kenacort verdi yine. İstersem 20 gün sonra kontrole gelebilirmişim.

Oharmışım.
Abarmışım.

Burnum da çabuk iyileşiyormuş. Doktorum çok sevindi. Ben de çok sevindim. Burun spreyime 1,5 ay devam.

Antidepresanı da bırakalı bir buçuk ayı geçti. Sinir stres had safhada. Onu da yazacağım.

10 Kasım 2015 Salı

2014'ten sonra 10 Kasım'ın yeri çok güzelleşti bende

koalam

Şöyle bir yazım var 10 Kasım 2014'e ithaf edilmişhttps://gezginkeci.wordpress.com/2014/11/28/sans-tabi/

1 yıl geçmiş üzerinden.
Işığımı, şansımı, o yıldız gibi parlayan gözleri bulduğum günden bu yana 1 yıl olmuş.

Bu saatlerdeydi (~17:00).
Bir sınav çıkışı.
Sınavda arkama oturmuş, haberim bile yoktu. Saçma sapan, darmadağınık bir halim vardı.
Gözleri öyle bir parladı ki...

Bak yine heyecanlandım hatırlayınca o günü.

Sonra ben onun ağacı oldum, o da benim koalam. (Çünkü öyle bir sarılıyor ki, ayırmak imkansız.)

İyi ki hayatımdasın eşek sıpası!

10 Kasım 2014'ten Bugüne



"Keşke
Ne zamandir icim kipir kipir...
Uzun zaman sonra boyle hissetmek... Ne kadar oldu boyle hissetmeyeli? Evet, 2 yil. Kedi'den sonra kendimden kendimden gecmisim ben, kimseye atamamis kalbim dogru duzgun.
Donemin ilk sinavindam cikmistim. Eski kiz arkadasimla bulusacaktim, beni bekliyordu okulun disarisinda. Karsimda oturan bir cift pasparlak goze takildi kalbim. Aslinda bana bakmiyordu... Muhtemelen biraz once bir seye gulmustu ve hemen ardindan benimle goz goze gelmisti. Ama nasil guzel gulmustu bana... El salladi, el salladim. İcim titremeye basladi. Aramiz bozuk olan sevgilimle bulusmaya gittigimi unutmak uzereydim. 

...

Ne çabuk geçti zaman... 

Çok tartıştık... ama çok da sevdik.

Geçen yıl bu zamanlarda, aynı sırada ders dinliyorduk. Şimdiyse işinde birinci yılını dolduracak neredeyse. 
Bazen, dersi dinlerken birden bire aklıma geliyor onu ilk gördüğüm an. Sonra sırıtıyorum ve biraz da burkuluyorum ama geçiyor... 

Benim ona ne yararım dokundu bilmem ama onun bana kattığı şey o kadar çok ki! Her an, biraz daha olgunlaştım, biraz daha piştim. Bir sürü şey öğrendim. Takıldım, yardım etti; düşecek gibi oldum, beni tuttu. 

Bugün, onu ilk defa gördüğüm o günün 1. yılı. Zaman büyüdükçe, kalbimdeki yeri de büyüdü, kocaman oldu. 


Kadınım. Seni çok seviyorum...

6 Kasım 2015 Cuma

Operasyon

KBB doktorum, burun etlerimin inmediğini ve bunun normal olmadığını söyleyip onları yakmayı önermişti. Basit bir operasyon fakat ameliyathanede yapılıyor dedi. Hakikaten de basitmiş. Sabah 10:40'ta çıktım hastane odamdan, 11:00'de geri odamdaydım. Hem terlemiş, hem de titriyor bir halde...

Dün gece burundan nefes alamamanın had safhasına gelmiştim artık! Hastaneye gittiğimde de açılmıştı burnum ne hikmetse... Neyse, şu anda bile daha rahat nefes alıyorum. Doktor dedi ki, 3 gün falan iyice şişecekmiş burun etlerim. Sonrasında rahatlayacakmışım. Tamamen iyileşmesi, tedavinin sonlanması da 1,5 sürüyormuş.

Biyopsi de yapıldı tabii ki. Ben sanıyorum ki o ağzımın içindeki pütürlü yeri alıp patolojiye gönderecek. Değilmiş, çok değişik bir yerden aldı parçayı. Dikiş attı sonra da. Ben bunlar olurken uyanıktım. Lokal anestezi uygulandı. İşlem çabuk bitti neyse ki, yoksa çok sıkılırdım bence. Ağzım 1 saat öncesine kadar uyuşuktu. Şimdi canım bir yanıyor ki. VUİİİİY! Gelecek perşembe patoloji sonucu çıkacakmış... Cildiye doktorum liken veya lökoplaki'den şüphelenmiş. İnşallah iyileşmesi kolay bir şeydir. Göreceğiz...

3 Kasım 2015 Salı

Bitmiyor, BİTMİYOR!

IMG_20151007_203122

Yazın, kampın ilk günü (15 ağustos) dolgumu yemiştim. 15 gün boyunca boş ve sivri kaldı orası. O gün fark ettim ki dişimin o tarafta ama yanağımda, diş etime yakın tarafta pütürlük var. Belki de daha uzun süredir oradaydı, dolgum düşünce fark ettim. Aslında tam hatırlamıyorum, o günden sonra da çıkmış olabilir o pütürler. O sıralarda dişim tahriş etmiştir diyerek önemsemedim fakat kamp sonuna kadar geçmedi!

Dolgumu yaptırayım, belki geçer deyip biraz daha beklemek istedim. Dolgu yapıldı, geçmedi. Yaz sonu geldi, o pütürler hala orada.

Geçen haftalarda KBB doktoruna göründüm. Burnumdan küçük bir ameliyat olacağımı söyledi. Ağzımdakini de çok önemli bir iey olarak görmedi. Kenacort-a verdi, rahatsız etmeye devam ederse parça alıp bakacağını ve A vitamini tedavisine başlayacağını söyledi. A vitami eksikliğinden oluyor öyle şeyler demişti.

Tiroit kontrolüme gittim geçen hafta. O doktora da söyledim. Bakalım dedi ama bakmamış tahlilde. Tahlillerim de güzel çıktı. Tiroitlerim yerindeymiş, 6 ay sonra kontrole gideceğim.

Dermatologa gittim artık, çünkü o ilaç da bi şeye yaramamıştı. Gerçi 3 gün sürüp 2 gün sürmedim ama böyle böyle 2 hafta kullandım. Hiçbir değişiklik yoktu. Dermatolog inceledi. Böyle bir şey söylemenin zor olduğunu söyledi. Biyopsi yapılacakmış. KBB'den randevu alıp biyopsi yaptırmamı istedi.

Ben zaten korkuyordum, iyice tırstım. İnternetten araştırınca karşıma gelen sonuçlar zaten korkunç!

Kalbim hızlı çarpıyor. Aldı bi mutsuzluk. Sanki her şey çok güzelmiş gibi...

21 Ekim 2015 Çarşamba

Hayal


Yemyeşil bir yer istiyorum. 
Ucunu bucağını göremediğim...

Mutlu olmak için beyninizin fişini çekin.

image

Yazacaklarım size saçma sapan gelebilir. "Antidepresanı bırakmanın etkisidir o" diyebilirsiniz. Doğru olabilir de.

İnsan, annesi babası onu çok severken neden başka birisinin daha sevgisine ihtiyaç duyar ki? Neden yetinemez?

İnsanların çok yanlış yaptığı bir şey var.
Tamam hadi yetinmeyip sevdiniz ve karşılığını da bir süre gördünüz diyelim.
Neden onu zirveye oturtursunuz?
Neden geri kalan her şeyi onun altına dizersiniz?
Diğerleri daha önceden vardı, sonradan geleni onların altına koymanız gerekmez mi?
Aile, arkadaş, iş, sonradan gelen vs diye gitmesi gerekir.
Aksi halde çıt diye kırılmanız çok yakındır. Çünkü zaten en başta, sevgi aramakla yanlışa ilk adımı atmıştınız. Çatırdamaya başlama noktasıydı o.

Bu sıralamayı düzgün yapan, kazanır. Yapamayan, paramparça olur ve müstahaktır da.
Genelde de sizin o zirveye oturtturduğunuz zat, bunu yapar.

Sevgiyi göstermek diye bir şey var. Bunu yapmayın. İçinizde tutun. Kakanız geldiğinde hemen salıyor musunuz? Hayır. Onun gibi işte, azcık tutmasını bilin. Çünkü o çıktığı anda, etrafa bir götüne takmama havası doluyor.

Neden?
Sen kendi ağzınla söyledin.

Mesela; senin için başlangıç, onu görme anındır ya; onun içinse eskiyi kenara koyabilmedir bu.

Farkı gördünüz mü?
Birisinin başlama noktası tam karşısında olanken, diğerinin başlama noktası hemen arkasında olan.

Sevgi belki de o kadar güzel bir şey değildir ya.
Parçalanmaya atılan ilk adımdır belki de?
Kötüye giden ilk basamak...

Fazlasına gerek yok. Kararında olsun. Hatta kararından daha az olsun.

İnsanlara da o kadar çok değer vermeyin. Gerek yok. Kendinize verin o değeri. İnsanı değil de hayvanı, nesneyi, işi sevin mesela. İnsandan 1 yarar geliyorsa, 10 da zarar geliyor çünkü.

Hümanist düşüncelerimi bugün bırakıyorum, çünkü ben artık bana atılan tekmelerden, tokatlardan, sopalardan bıktım! Üzülmekten, düşünmekten sıkıldım! Her sözümün, her hareketimin hakaretle karşılanmasından usandım!

Bir köpek size bunları yapabilir mi?
Ya da resim yapmak sizi böylesine kırabilir mi?

Ne yapıyorsa insan yapıyor.
HEM DE SİZİN O TEPEYE KONDURDUĞUNUZ İNSAN.
Ama suç sizde. Hiç üzülmeye kalkmayın.

Sevdiyseniz de, en üste koyduysanız da iş işten geçti. Geri alamazsınız hiçbirini.
Buna kalkıştığınız anda, tam ayağın ortasına gelen top gibi tekmeyi yersiniz!

Her şeyden hem de.

19 Ekim 2015 Pazartesi

Hayatımın en iyi akşamıydı herhalde.

image

Okula gelip de, boş kaldığım anlarda, aklıma gelen tek bir şey var.

Sürekli o anı hayal ediyorum. Sonra da kendimi sırıtırken buluyorum. Ne garip. Bir yıl olacak neredeyse. O anın üzerinden 1 yıl geçmiş olacak! Ben hala hatırlayıp heyecanlanabiliyorum.

Bir sınav çıkışı...
Yakın arkadaşımla, gülerek bahçeye geliyoruz. İyi geçmiş sınav ama yine de tartışıyoruz.
Birisi karşıda oturmuş, el sallıyor.
Tanımıyorum.
Arkadaşım da karşılık veriyor kendisine.

Oha! Bu kim?

Gülümsemeye başlıyor nedense.

Gözleri neden parlıyor böyle?
Neden arkadaşıma bakarken birden bana çeviriyor bakışlarını? Hiç ayırmadan hem de!

O da sınavdaymış. Arkamda oturuyormuş hem de, kendisi söylüyor çok sonradan.
Acelem var, o zamanki sözde sevgili ile buluşacağım, ama hiç isteğim yok.
Biraz kalmaya karar veriyorum; muhabbet ediyoruz. Sigara falan uzatıyorlar bana.
Daha geç olmadan gitmem gerekiyor.

-İyi akşamlar!

16 Ekim 2015 Cuma

Şekilli SMS

Whatsapp'in olmadığı zamanlar...

30000 sms kampanyası. 3000 değil, 30000!

Karakterlerden şekilli sms'ler yapmaya çalışırdık. Ya da birisi illa ki yollardı bize.

Birkaç tane bırakacağım şuraya. Tekrar kullanacağımız günler olacak bence.

oo      .----.
\ \ (_____)_
`~~~~~~~~`



__|__
.____o("")o____.
"    '    "

_/|''''|''''\__
' -O----=O-°

(¯`✻´¯)
.`*.¸.*✻
I ♥ You

|''''|''''|''''|''''|''' |
'-O------=O-°

_,_,_\__
'-O--=O-°

........_o
......_\ \>,
....(_)/(_)

,___,
[O.o]
/)__)
-"--"-

(> " " <)
( ='o'= )
-(,,)-(,,)-

(@)(@)(@)
, \ , | , / ,
_\ | / _
|_____|
|       |
|___|

,  ,  ,  ,  ,  ,  ,
I  I  I  I  I  I  I
————————
:        Happy        :
:      Birthday       :
————————
)      (
———

(\__/)
(='.'=)
Happy
Birthday
(")_(")

__
`   \ \
/ \ = / \ - " " - . / /
=   ' Y '   =     ,     \
' - u - '     / (      /
/ ;_, )     | \ \    \
(_ /  (_ /   (_ (_ /
_~  )_)_~
)_) )_) )_)
_!__!__!_
\______t/
~~~~~~~~~~~~~

( ) ( )
(* .*)
(”__”)

O-/--﹤
\ O /
I
/\

::: (\_(\  I
*: (=’ :’)  :* miss you
•..(,(”)(”) ¤°.¸¸.•´¯`»

ʕ •́؈•̀ ₎

╭⌒╮┅~ ¤  ╭⌒╮
╭⌒╭⌒╮╭⌒╮~
,︶︶︶︶,''︶~~
╬ ╱◥███◣
╬ ︱田︱田 田 ︱╬╬╬

(¯`•.•´¯) (¯`•.•´¯)
*`•.¸(¯`•.•´¯)¸.•´
¤ º° ¤`•.¸.•´ ¤ °º ¤

(\_/)
(°.°)
c(”)(”)

(").....(")
( ' o ' )
(") - (")
(""")-(""")

(¬‿¬)

≥Ö‿Ö≤

15 Ekim 2015 Perşembe

Herkes reggaeton sevmez

Ben bayılıyorum oysa ki. Güne bu listeyle başlıyorum çoğu zaman. Akşama kadar da devam ediyor...

Böyle bi mutlu etme, bi hiçbir şeyi düşündürtmeme etkisi var.

https://open.spotify.com/user/gozdelicious/playlist/7IHFP87xlHikFqg7opXze4

14 Ekim 2015 Çarşamba

Odie, 26 Eylül 2015'ten bu yana bizimle!

2015-10-06 14.41.08

İzmir'de Koala'mın abisinin peşine takılan 2 aylık enik, artık bizimle yaşıyor.

28 Mayıs 2015'ten bu yana dünyayı keşfediyor. İsmi Mr Bing olacaktı fakat Koala hanımlar söylemesinin zor olduğunu belirttiler, ilk başta kabul ettikleri halde. Bu yüzden artık adı Odie oldu. Aşılarımız kasım ortasında tamamen bitecek inşallah. 2 hafta sonrasında da dışarıyı gezebileceğiz. Şimdilik kakasını,çişini balkona yapıyor. İlk geldiği gün mutfağın ortasına salmış. Yavaştan balkona alıştı. Kakasını içeriye yapmıyor artık fakat çişini hala evin içindeki belirli noktalara yapmaya devam ediyor. İki gün önce ishal oldu ve kustu. Evde kedi var, onun kakasını yemişti şapşal hayvan! Korktuk, veterinere götürdük. Hiçbir şeyi yokmuş. Şimdi de iyi. Takip ediyorum.

İnanılmaz ağlıyor. Her şeyde ağlıyor. Yanımdayken bile sıkıldığında ağlıyor mesela. Odasındayken, kapı zili çaldığı anda ağlıyor. Bir buçuk haftadır falan evdeyim, her ağladığında ilgilenmeye çalışıyorum. Okula gittiğimde ne olacak bilmiyorum. Ortalığı yıkarsa başımız derde de girer. Çünkü sabahtan akşama kadar okulumun olduğu günler var. Mutfak kapısını asla açık bırakmaya gelmiyor. Hemen dalıp yemek araştırıyor. Her daim aç, hiçbir zaman doymuyor. Odama almıyorum, tüyü vs kalırsa bende hoş şeyler yapmıyor çünkü.

Aşırı enerjik! Ben yoruluyorum, o yorulmuyor asla. Yakala-getir oyununu öğrendi. İsmini henüz tam olarak bilmiyor, ya da biliyor da çaktırmıyor. Tüketti fakat henüz yavru, sabır çok önemli. Rüyamda, yaramazlığı yüzünden verdiğimi ya da değiştirdiğimi falan görüp ağlıyorum, o kadar alışmışım. Sevgi arsızı! Çok yaramaz ama kızdıktan sonra öyle bir bakıyor ki, içim gidiyor ama ödün vermemek lazım. Yoksa şımarık bir şey olup çıkar. Disiplin şart, eğitim gerekli!

Odie

Cinsini kimse bilemedi. Ben kendi araştırmalarımla buldum. Veterinerler hep terrier dedi ama ne terrieri olduğunu bilmiyorlar tabii. Bin çeşit terrier var. Ki bence terrier de değil. Bosnian coarse-haired hound, yani barak. Hani kırma da değil. Direkt barak. İnternette, Instagram'da vs şöyle bir arattım; Türkiye'de 3-5 kişide var sanırım hahah. Onlar da İzmir'de. Bizimki de İzmir'den gelme.

Hep küçük ırk isterken, kocaman bir tanesine denk geldik. Kısmet.

11 Ekim 2015 Pazar

Gereksizdir




Hediye almak, vermek müsriflikten başka bir şey değil. Sakın yanılıp şaşırıp hediye almaya kalkmayın!

 Mesela yarım da olsa evde ekmek varsa, tekrar ekmek almak da gereksiz. Yarın çıkıp alırsın. O müsriflik olmaz, o gereklilik olur.



 Paranız yoksa da ekmek almaya yeltenmeyin.




 !




5 Ekim 2015 Pazartesi

Bu ne be

Mesela bazı insanlar dünyaya, sadece laf söylemek için gelmiş.

-Çok konuşuyorsunuz, çok gülüyorsunuz biraz susar mısınız?
-O müziğin sesi ne kadar açık öyle?
-O ağlayan bebeği susturun artık!
-Köpeğiniz sürekli ağlıyor, rahatsız oluyorum. Zabıtayı çağıracağım!

Ya teyze sen marsa falan yerleşsene. Bu ne?!

Bugün de kapıma geldi. Köpek kısmını da bana söyledi. Ben böyle insan gibi anlatmaya çalıştıkça kadın tepeme çıkmaz mı? Ev arkadaşım geldi, hadi gidin polise deyip suratına kapattı kapıyı. Yoksa gideceği yoktu. Sonra da çıkmış balkonuna, yan komşusunu da örgütlemiş, beraber bizim eve doğru konuşuyor. Çıktım pencereye, yine insan gibi dedim "Bakın bu köpek daha 4 aylık, ağlaması normal, bir süre bekleyin sonra zaten balkona çıkmayacak bir daha." "Ama ben rahatsız oluyorum, senin köpeğinin gürültüsünü çekmek zorunda değilim, kızım ders çalışamıyor" diye devam etti. Yan komşusu da bırak muhattap olma diye kendisine yavşadı. Dayanamayıp "NAPİYİM SOKAĞA MI ATAYIM HAYVANI? BEN SİZİN GİBİ KALPSİZ DEĞİLİM BU NASIL İNSANLIK YA" diye bağırdım. Söylene söylene içeri girdi.

Demek ki insanlık yapmayacaksın.
Demek ki bağıracaksın.
Demek ki onun seviyesine ineceksin ki, anlasın.

Hayır yani sanki biz çalışmıyoruz, bi işe gitmiyoruz. Evrende de tek yaşayan canlı kendisi. Her şey ona göre olacak.

Asıl ben seni şikayet edicem kadın. Barınağa götürsün zabıta seni.

İnsanı çileden çıkarıyorlar ya.

26 Eylül 2015 Cumartesi

Rüyama hele

image

Rüyamda doktora kan tahlili vermişim. Hemen sonuç çıkmış ama tekrar hastaneye gitmem gerekmiyor. Doktor bilgisayarından, bir sistemde online oluyor; ben de, her daim çıkmış mı çıkmamış mı diye sonuçlarımı kontrol ettiğim için doktorun online olduğunu görüyorum. O bilgisayarından yazıyor, ben telefonumdan ona cevap veriyorum.

Böylesine kolay bir sistem çıkarmışlar. Nasıl seviniyorum ama.

Bilinçaltıma bakar mısın?

24 Eylül 2015 Perşembe

Kalbimin kırılmasından ölüm gibi korkuyorum!

Sonra diyorsun ki "bana anlat, başkasına değil". Sana anlatınca kursağımda kalıyor her şey, kalbime çöküyorlar sanki. Anne babam beni asla umursamıyormuş gibi, kırgın bir çocuk gibi hissediyorum... Sana anlatmamı nasıl bekliyorsun? Anlatıp da umursanmadığımı tekrar tekrar mı göreyim? Büyük bir heyecanla sana yollayayım da sonra "Tuvalete gideceğim" cümlesine  karşılık alıyormuşum gibi bir cevapla mı karşılaşayım?

Lokmanın boğazda takılması gibi...

Bazen de diyor ki insan "Neden çiçeklere bakıyor? Ay hediye bakmış! Bana mı alacak acaba?". Heyecandan yerinde duramıyorsun, için kıpır kıpır oluyor. O "acaba" hiç çıkmıyor aklından. Ama tabii ki de hayır. Sana değil. Sakin ol. Bir daha hiç heyecanlanma.
Beklentisiz yaşa.
Çok da samimi olma, ne olacak sanki sınırın olsa? Herkes çok mu samimi?
Bir şeyleri isteme mesela.
Çok kolay ki(!).

Size bin bir güçlükle verdiğim kalbimi kırmayın nolur...
Miniciğim ben, kaldıramıyorum...
Bacaklarım titriyor.
Gücüm yok artık.
Her şeyim çürük, sert dokunsanız paramparça olacağım...

3 Eylül 2015 Perşembe

İkilem

Sevgiliyle baş başa kalabileyim diye annemin gitmesini istedim için kendimi çok suçlu hissediyorum. Anneme söylemedim tabii bunu...

Hafta sonu Ceren'in doğum günü var. Plan yapıldı, çıkılacak dışarı fakat ben evde annemi yalnız bırakmak istemiyorum. O sırf beni doktora götürebilmek için Ankara'ya geldi, bense onu yalnız bırakıp dışarı çıkıyorum. Korkunç bir evlat mıyım ben? Dışarı çıkmasam, haftaya artık insanlar işlerine dönecekler ya da her hafta sonu dışarı çıkmaktan bıkacaklarmış, sıkılacaklarmış gibi geliyor. Yani ben tek kalacağım, eğlenmek isteyen. Gidersem de erken dönmem gerekecek çünkü anneme göre ben hala küçücüğüm ve dışarıda duramam 23'ten sonra. Bir de içmemem lazım, yoksa kokar.

Zaten sevgiliyi inanılmaz özledim! Aynı evdeyiz ama çok uzağız... Her fırsat bulup sarılışımda ağlayacak gibi oluyorum. Özlemim aynı şekilde duruyor, hiç azalmadı. Onunla uyumayı da çok özledim.

Sevinemiyorum...

Kafeste gibi hissediyorum. Nefes alamıyorum sanki. Böyle hissettiğim için de suçlu hissediyorum! Yazıklar olsun sana hayat.

2 Eylül 2015 Çarşamba

Yeniden...

Hani geçen yılın son ayında ben sürekli sırıtıyordum, neredeyse uçuyordum ya... O yine başladı biliyor musun?

Tuvalette, kahvaltıda, telefonda, tv izlerken salak gibi sırıtıyorum. Kalbim yerinden çıkacak sanki! Kanatlanacağım az kaldı.

Kadınım... İyi ki var!

27 Ağustos 2015 Perşembe

Boş ver sen, haklısın. İyi yapıyorsun. Değmez bana.

Ben anlamıyorum. Madem özlüyorsun, göster de bilelim. Madem istemiyorsun söyle de zorlamayalım.

Duvara konuşuyormuş, boşluğa bi şeyler yolluyormuş gibi hissettiriyorsun adama. Gereksizmiş gibi sanki yaptıklarım. Boş yani. Yapmasam da olur. Kendimi gereksiz yoruyorum.

E madem öyle, ben de bir şey yapmam artık. Sadece sorularına cevap veririm, günaydın iyi geceler yazarım. Ben heteroseksüel ilişkideki erkeğin yaptıklarını yapacak değilim.
Ben de kadınım!
Ben de ilgi istiyorum.
Ben de özveri istiyorum.
Ben de bilmek istiyorum.

Tamam meşgulsün ama dizi izleyip bana cevap yazamayacak kadar mı?
Unutursan da sorun olmaz. Ben nasıl olsa bekliyorum.
Nasıl olsa hep affedicem...
Boş ver beni.

Ben üzülmeye alışığım.
Ben mutsuzluğa alışığım...

24 Ağustos 2015 Pazartesi

Antidepresan Bırakma Süreci #5

anafranil

İlacı bırakmayı istiyorum,biliyorsun. Memleketteyken tekrar doktora gitmeye karar verdim.  Bu sabah devlet hastanesinde randevum vardı. Öncelikle hastaneden bahsedeceğim.

O NASIL BİR HASTANE ÖYLE?
Nasıl pis, nasıl kalabalık!
Ağır, saygısız.

Kimse kimsenin umurunda değil. Ortada insanlar bağrışıyor, sıcağın da etkisiyle zıplayan sinirler yüzünden. Randevu almaya rağmen giriş yapıp barkod almak gerekiyor ama nasıl güzel ilerlemiyor sıra. Bilgisayarın başında deneyimli olması gerekirken, deneyimsiz ve refleksleri yavaşlamış iki görevli. Barkod alana kadar randevu saati geçiyor zaten. Onu geçtim, doktor içeriden çağırıyor isim isim; insanlar hiçbir şeyi beklemeden, içeride hasta varken bile dalıyorlar odaya. (Bilgisayar ekranı bozuk, isimler yazmıyor; bu yüzden içeriden bağırıyorlar isimlerimizi.) Zaten sıcak, ortalık yapış yapış; en son sinirlendim, ben de sesimi yükselttim. Öyle olunca insanlar geri çekildi hafiften. Bu ne ya! 

Böyle hastanelere gitmek zorunda olanlara gerçekten üzüldüm. Özellikle anneanneme ve onu götüren teyzeme... Param olsun, ilk işim onlara çok daha güzel bir gelir kaynağı sağlamak ve devlet hastanelerinden uzak tutmak. SÖZ VERİYORUM.

Doktora, daha önce kullandığım ilacı ve bırakmaya çalıştığımı söyledim. Hemen dedi ki, sana bırakma ilacı yazayım. Daha lafımın kalanını dinlemeden... O yazarken söyledim yine de, "daha sinirli ve çabuk parlar bir hale geldim". Duydu ya da duymadı, bilemiyorum.

Anafranil 25 mg yazdı. Bu kutu bitince gel, 10 mg'lığından yazacağım sonra da bırakacaksın, dedi. Ankara'da olacağımı söyledim. Tamam o zaman bu kutu bitsin, bırak, dedi. Buyrunuz. Baştan savma değil mi? Tamam belki çok ilerlemiş bir hastalığımız yok ama bizimki de bir sorun neticede, azıcık özen gösterseniz? Sonuçta bende de yüksek derecede anksiyete ve obsesif kompulsif bozukluk var. Boş değil.

Bu akşam başlıyorum ilaca. Bakalım neler olacak.

Ankara'da da Gazi Üniversitesi Hastanesi'nde tiroit tedavisine başlıyorum. Hashimotodan, tiroit dengesizliğinden, DENGESİZLİĞİMDEN kurtulayım artık! Sistemimdeki her rahatsızlık bundan çıkıyor. Bu da Cymbalta'dan çıktı. 

22 Ağustos 2015 Cumartesi

Çıkamadım etkisinden...

Nasıl da güzeldi.

Eve gelmiştim. O ise uyuyakalmıştı battaniyesine sarılarak.

Haberi yoktu o gün geleceğimden, sürpriz yapmak istemiştim. Oldu da...

Eve girdim. Her tarafa çamaşır asmıştı. Dışarıda yağmur olduğundan, her şey koltukların üzerindeydi. Sırayla odaları gezdim. Evde olduğundan haberim yoktu. Odama geldiğimde, battaniyeme sımsıkı sarılmış bir vaziyette uyuyor olduğunu gördüm.

Yaklaştım.
Alnından öptüm.
Öptüğüm gibi uyandı, dudaklarıma yapıştı.
Sımsıkı sardı. Uzun bir süre bırakmadı. O kadar ki, nefessiz kalacaktım!

...

Hayvan edineceğimiz için bir sürü insan, sahiplendirmek istedikleri kedi, köpek ve tavşanları bize getirmiş, sırada bekliyorlardı. Hepsine sırayla baktık, hiçbiri aklımıza yatmadı. İzmir'den gelecek olana zaten kanımız kaynadığı için belki de...



Böyle bir rüya gördüm bugün.

20 Ağustos 2015 Perşembe

Düşündürtmeyin, olmaz.

Bazen dalıyorum; ya bir gün evlenmemi hakikaten ister ve bir de adam bulursa ailem, ne yaparım?

Düşüncesi bile korkunç. İğrenç. Ondan başkasını yanımda hayal edemiyorum.
Ondan başkasıyla gelecek planlayamıyorum. Midem kalkıyor.

Şu aralar çok fazla evlilik lafı geçiyor... Bir de torun isteniyor benden!

Onları üzmek istemiyorum fakat onlar mutlu olacak diye de kendi hayatımdan vazgeçemem ki.
Nerede kaldı benim bireyselliğim?
Nerede kaldı BENİM yaşamım?

En büyük amacı mutlu olmak olan bir insanla konuşuyorsunuz. Dikkat.

17 Ağustos 2015 Pazartesi

Çekilin önümden artık



Şu, minik minik de olsa sağlığımdaki problemler, yoluma hep taş koyuyor. Ne güzel planlarım vardı...

Ona haber vermeden biletimi alacaktım.
Sorduğundaysa yanlış bir tarih verecektim.
Bir akşam, iş çıkışı eve geldiğinde odada beni görecekti ve onu uzun bir süre bırakmamak üzere saracaktım...

Gel gör ki, olmayacak. Çünkü ailemle beraber gideceğim yanına. Sonra da bir sürü doktora görüneceğim tabii.


Olsun.
En azından onu görebileceğim.
Onunla aynı ortamda bulunabileceğim.
Sesini her daim duyup, kokusunu her an hissedebileceğim...



16 Ağustos 2015 Pazar

Biz, olacaktık...


İzmir'e doğup büyüdüğü eve gittim. Bir de odasında kaldım... O zamandan bu yana, durup durup aklıma düşer o 3 gün.



Fotoğraflarına baktım. Günlüğünü okudum. Eski defterlerini karıştırdım.

Ankara'ya döndüğümden bu yana orada geçirdiğim kısa günleri  unutamıyorum. Sanki onu çocukluğundan bu yana tanıyordum. Lise hayatındaki yaşadıklarını, sevgililerini, ailesiyle yaşadıklarını, sınavlarını, arkadaşlarıyla kavgalarını, okul sonrası çıkıp parkta oturmalarını... Ben okurken o da günlüğün devamı gibi yaşadıklarını anlattı. Böyle  böyle, sanki ben de onunla her şeyi yaşamış gibiydim.

Bugün onunla konuşurken, o anlar birden aklıma düştü.
Tekrar yaşadım.
Onu yaşamaya başladım.
Devam ediyorum...


Ha bir de, lise zamanlarında gittiği parkta otururken birden dudaklarıma yapışmıştı! Nasıl da heyecanlanmıştım!
Kalbim yine hızlandı bak.

29 Temmuz 2015 Çarşamba

Olmaz

Ben hala sinirleniyorum ve sakin kalmanın bir yolunu bulamıyorum. Ne zaman düşünsem, çıldırıyorum. Allah'ım yardım et ya!

Şu düşünceleri kafamdan atmama yardım et!
Sakin kalabilmeme yardım et, bir daha üzülmeyeceğimin garantisini ver, bi şey göster!

27 Temmuz 2015 Pazartesi

Memlekete geldim

Sıcağından korka korka Mersin'e geldim iki gün önce. Sabah 6'da indiğim için sanırım çok fazla nem hissetmedim ama sıcak vardı elbette. Evde durduğum zamanlarda da sıkıntı yoktu. Bugün dışarı çıktım, alışverişe. Donumdan ter aktı! Alnımdan akan burnuma kaçtı, gözüme girdi, arada yedim falan. Alnını silmek için elini yüzüne götürüyorsun ya, elin yapışıyor oraya. Öyle bir gıcık bir nem! Esen yere geçiyorum, esiyor ama sıcak esiyor. Korkunç bi şey! Bir balonun içinde nefes almaya çalışıyormuşum gibi. Yetmiyor hava.

Bunun üzerine bir de asansör bozuldu! 15. katta oturunca da, 18*16 merdiven ve her gün 2 defa indik çıktık.

Dün annemin kuzeninin kızının düğünü vardı, kendisi benden 4 yaş küçük olur. Oraya gittik. Tüm birinci dereceden ailemi gördüm orada. Hepsini bir anda çıkardım yani. Beni uzun süre görmeyen ailemden bir iltifatlar geldi ki! Herkes mi güzelleşmişsin der? Kilo aldım diye çirkinleştim sanıyordum. Suratın oturmuş, çok güzel olmuş, pürüzler gitmiş falan diye diye benim toto havalandı söylemesi ayıp. İzmir büyükleri de beğenmişti zaten. Var bi bildikleri demek ki.

20 Temmuz 2015 Pazartesi

İzmir'de bayram

Koala'mla İzmir'e ailesinin yanına gittik bayramda. Benimkilerden izin alması sıkıntılı olmuştu biraz ama anlattım güzelce ve 1 ay sonunda tamam diyebildiler; teyzemi falan da araya kattım tabii.

Ailesindekiler, İzmir'de tek bir mahallede oturdukları için bayram ziyareti 1 günde bitebildi. İlk günün sonunda, uykusuzluktan beynim kapalı olmasına rağmen gitar bile çaldım onlara. Sesim götümdeydi tabii. Utandım falan. Utanmaz ben, utandım. (!)
Sonrasında da gezme olayları başladı.

İki de kedi vardı evlerinde: Moş ve Başgan.

[caption id="attachment_190" align="aligncenter" width="225"]Moş ve Başgan Moş ve Başgan[/caption]

 

15 Temmuz 2015 Çarşamba

Ben meğerse iyileşmemişim henüz

mutlu kutu


Antidepresanın dozunu azaltmak bile bana yaramadı. Bırakmayı nasıl düşündüm ki ben? Herkes farkında değiştiğimin. Bir şeyleri fazla takma, çabuk sinirlenme, fazla duygusallık... 60'lığı ilk aldığım zamanlardaki gibiyim.

Ben de farkındayım artık saçmaladığımın. Hiçbir şeyi takmayan Giz'i özledim açıkçası. Kendime hayran olacak kadar cool olabiliyordum. Hahah. Tedavi olduğumu düşünüyordum. Bırakmak istedim. Gel gör ki, 30'luğa düştüğü anda eski halim geri geldi. Daha enerjik, daha az uykulu ama aynı eski stres,aynı eski hastalık korkusu! Mersin'e gidince psikiyatrımla görüşeceğim. "Bırakınca eski halime döndüğümü kendi gözlerimle gördüm, hatta şahitlerim de var!" diyeceğim. Bu ne ya? Tiroit kontrolüne gideceğim diye dünyayı yıktım! Olacak şey mi?!

Bu antidepresanın bana sağlık açısından getirdiği kötülük çok ama en azından mutlu oluyorum. Hayattaki en büyük amacım, isteğim de bu olduğuna göre, gerisi önemli değil. Belki ilacın dozunu tekrar yükseltmez, terapiye yönlendirir; mutlu olacaksam kabul elbette!

Hayır o kadar ki, günlüğüme şöyle bir bakıyorum, 3 ay içinde hiç yazmadığım kadar şey yazmışım. OHA GİZ.

14 Temmuz 2015 Salı

Teninden ayrılması çok zor.


İşteyken özlüyorum, uyurken özlüyorum, tuvaletteyken bile özlüyorum! 1 buçuk ay nasıl ayrı durabileceğim?

Canım sıkılmaya çoktan başladı. Kaç gündür, ne yaparsam kendimi oyalarım da özlemim biraz olsun diner, diye düşünüyorum. Aslında yapacak şeyim çok fakat akşamları onsuz yatağa girecek olmak böyle düşünmeme sebep oluyor sanırım. Ben özledikçe ağlarım ki. Mezun olduktan sonra memlekete döndüğü ve bir daha gelmeyeceğini düşündüğüm zamanlar ne kadar da zordu... En azından benim için. Eksilmiş ve bir daha tamamlanamayacak gibi hissediyordum... Bu sefer daha uzun süre dokunamayacağım ona ama kesin olarak tekrar yanına geleceğimi biliyorum.

Dün çok yorgun gelmişti işten, yemek yedik, hemen uyumaya geçtik. Şekerleme yapmaktı amacımız ama ben uyandım,o devam etti. Haliyle ne doğru düzgün konuşabildim, ne de sarılabildim. Bunu, bir gün yapamadım diye böyle mutsuz hissedince, ta eylüle kadar nasıl bekleyeceğim diye korkmadan edemiyorum tabii. Bir de Ankara'da yalnız başına kalacak... Benim kadar sıkılmaz neyse ki, haftanın 6 günü işte.

Akşamları nasıl uyuyacağım ben? Kokusunu hissetmeden, tenine dokunmadan, sesini duymadan... Düşündükçe içim daralıyor be of!

Dün gece, bu gecenin, eylüle kadar sarılıp uyuyabileceğimiz son gece olduğunu düşünüp durdum. Kokusunu iyice içime çektim. O kadar ki, kafamı çevirdiğimde sadece onun kokusunu hissettim. Bayramda onun memleketine gidiyorum ben de. Biraz daha olsun onunla vakit geçirebilmek için.



Sanki gören duyan da hiç görüşmeyeceksiniz sanır! Kendine gel Corcina!
Üzerindeki şu gerizekalı duygusallığı at artık!

11 Temmuz 2015 Cumartesi

Doktordan geldim.



9 Temmuz geçti.

GEÇTİ.

Sabah, ultrason randevuma gittim. 9 buçukta oradaydım. Uzmana elimizdeki kağıdı vermek gerekiyormuş. Bunu insanlar da bilmiyordu. Herkesin de randevusunun nedense 10'da olduğunu öğrendim! "Kağıt verin" dedi biri, herkes hurra adamın kapısından içeri daldı. Benden önce gelenler önüme geçti ayı gibi!

ULAN BİZ BOŞA MI ERKEN GELDİK?
BİZE BOŞA MI RANDEVU SAATİ VERİLDİ?
BİZ BOŞA MI SIRADA DURUYORUZ?

İnsanlık yapıp adamın, odasından çıkmasını beklerken ben, millet bodoslamasına daldı. Ben deli oldum tabii. Bu bir.

Kapıyı kapattı adam, ben kağıdımı veremeden. İçerideki hastanın çıkmasını bekledim, saat daha 9:50'ydi, "nasıl olsa randevuma 10 dakika daha var, sorun yapma Giz" dedim. Bu sırada birisi daha geldi. Kadın bana sordu, kağıdı vermemiz gerekiyor mu, diye. Uzman çıkınca verdik ama yine benim önüme dalındı. Randevum daha önceydi eminim; adam kadını aldı içeri! Bu iki.

Beni aldı bir ağlama; zaten stresliyim, duygularım saçma sapan! Kendimi sakinleştirdim ama sürekli kapıya bakıyorum böyle, ha açıldı ha açılacak! Kalbim yerinden çıkacak gibiydi.

Girdim, uzmana anlattım derdimi; korktuğumu söyledim. Ultrasonun önemli olmadığını, bu tür şeylerde hormon değerlerime bakılması gerektiğini söyledi. Onu da zaten sürekli yaptırıyordum, biraz da olsa rahatladım. Sonucuma bakınca, nodüllerle ilgili bir şey yazmadığını gördüm. Sadece tiroidimin büyüklüğünü yazmış gibiydi. Benim anlayacağım dilde yazmamış da olabilir.

Doktora göstermeye gidince, doktorumun sadece öğleden sonra sonuç baktığını öğrendim, bir de ona sinirlendim.

Öğleden sonra gittim. Doktor da sinir etti beni. Sonuçlarımın çıktısını almam gerekiyormuş. Halbuki bana, doktorun bilgisayarına düşeceği söylenmişti. Koştur koştur sonuç aldım. Sorunumu sordu falan. Hiçbir şey söylemeden ilacımın dozunu düşürdüğünü ve 29 Temmuzda da tekrar kan vermem gerektiğini söyledi. İlaç işe yarıyor mu yaramıyor mu onu görecekmişiz. Mersin'de vereceğim onu artık.

Ultrason uzmanı, "sende hashimoto var daha çok" demeseydi ben hiçbir şey bilmeden saf gibi kalacaktım ortada. Sonuçlar tatmin edici değildi, bu yüzden Mersin'deki doktoruma her şeyi soracağım. O beni dinliyor ve çok tatlı da anlatıyordu en son...  Ama kendime biraz da olsa geldim vallahi! Ona buna çatmayı bıraktım en azından.

Çok şükür yarabbim. 

9 Temmuz 2015 Perşembe

Kaybetmek, kaybolmak...


Ben sana demiştim Corcina. Bu kadar yüklenme, bu kadar yükleme...

Anlaşılmazsın.
Anlamazlar.

PMS'lerim yine çok zorlu geçiyor. Çok kırıyorum, çok daha kırılıyorum. Zaten çok da önemi olmayan değerim, iyice ayaklar altına iniyor. Sevilmekten çok nefret ediliyorum. Hem de en sevdiğim tarafımdan... Hep böyle olur zaten. Sevdiklerini kırmaktan korkmazsın, ya da daha kolay gelir sevdiklerini kırmak. Affedecektir çünkü seni illa ki.

Onu elimden alacaklar diye ölüp ölüp diriliyorum. Yıllar sonra, beni kendime getiren o kadının, kalbini çelecekler diye ödüm kopuyor! Aklı karışacağı için kendisi bile korkuyor, ben nasıl korkmayayım?

Çok fazla kıskanmaya, ön yargılı davranmaya, sorgulamaya başladım:
Herkesle konuşuyor, herkesle yazışıyor diyorsun ya,o gün sırada beklerken o kadın, kendi arkadaşlarıyla konuşurken sen neden kendi arkadaşlarını, BENİ bırakıp da onun yanına gittin? Ben senin sevgilinim... Kimse bilmese de o an da öyleydim. Ben seni her saniye özlerken, konuşmak için can atarken, sen beni arkada bırakıp o adamın yanına gittin. O da, o kadınlar değil, seninle konuşuyordu. Aynı şeyleri bir daha yaşayacağım diye aklım çıkıyor, anlamıyorsun! Herkes aynı değil elbette ama ya bu da arkadaşın gibi yaklaşıp sonra seni kandırırsa? Senin karakterin daha güçlü, evet, biliyorum ama korkuyorum yine de.

Ben zaten kendim yüzünden acı çekiyorum, neden bir de sen vuruyorsun? Neden arkadaş edinmek isterken beni yaralıyorsun?


Kanatlarım yine kırılacak, bu sefer kaldıramayacağım diye çok korkuyorum. İlki, kalbimdeki şu zıkkımı ortaya çıkardı, ikincisi başka neyi ortaya çıkarır bilmiyorum. Sahi, kaldı mı ki başka bir şey?



Gözlerim acıyor. Açamıyorum.

Kim daha değerli?

Sevgilisi yokken seninle bolca konuşur, her gün hal hatır sorar, her yere çağırır, hep yanına gelir. Sevgilisi olunca sen kaybolursun. 

Hani "arkadaş"ındı?

Yeni tanıştığınız ya da iyi tanıyamadığıız insanlar yüzünden çok sevdiğinizi söylediklerinizi veya sizi hakikaten çok sevenleri kolayca kırabiliyorsunuz.

Harikasınız.

8 Temmuz 2015 Çarşamba

Kendini sorgula bir bakalım

Sanıyorlar ki "cool" olmak; sevdiğinin ağzına sıçmak, sevmiyormuş gibi davranmak, aldatmak. Bu bir kere şerefsizliktir! Ben görmedim çok seven bir insanın "cool" davranabildiğini. Şimdilerde "cool" demek, umursamaz olmak demek. "Cool" davranan bir sevgilin varsa bil ki seni sevmiyor. Hoş, insanlar da kendilerini sevmeyenlerin peşinden koşmaya bayılırlar! Nerede bir aldatan, nerede bir it gibi davranan var peşi bırakılmaz! Ama iki şikayet et, iki üzül; hemen terk edilirsin ya da aklın karışır. Bir de aklın karışması olayı var. Sen sevginden veya düşüncenden eminsen, başkasının lafıyla neden aklın karışsın? Demek ki senin aklın zaten karışık... Terazinin o tarafına bir tık daha bir şey konuldu mu hemen ağır basıyor. Kendinden emin insanın aklı karışmaz. Kendinden emin insan ego peşinde koşmaz.

6 Temmuz 2015 Pazartesi

Cehalet, mutluluk ya!

IMG_20150506_1309252015 içince tiroid nodüllerimin kontrolüne hiç gitmedim. Kan tahlili sonuçlarım iyi çıkınca ultrasona göndermeleri için bir şey demiyordum ben de. Doktorum da ilacımın dozunu değiştirmemişti. 100 mcg Levotiron'a devam ettim.

Son zamanlarda boğazımda bir şey hissetmeye başladım. Her yıl ara ara hissederdim ben onu. Kulağım yüzünden boğazım ve lenf bezlerim şişerdi. Bu sefer korktum, çünkü 9 aydır kontrole gitmemiştim.

Annemden eski ultrason ve sintigrafi sonuçlarımı istedim. Okuyup ne olduklarını araştırınca, kötüleşebilecek tipte olduklarını gördüm. 3 defa kontrole gitmişim; bir büyümüş, bir küçülmüşler. En son, "sağda 110x3 mm izoekoik nodüler alan" yazdığını gördüm ve çıldırdım! 110 mm demek, 11 cm demek! 4 cm'den sonrası tehlikeli. E benimkiler de yatkın buna. Beni sardı bir korku... Zaten hissettiğim ağrı/şişlik de sağ taraftaydı. Başladım ağlamaya ama durduramıyorum kendimi.

Ya kötü bir şey çıkarsa?
Ama ilacımı çok düzgün kullandım ben!
Allah'ım n'olur kötü bir şey olmasın!


Bugün doktora gittim. Annemin yolladığı eski sonuçlarımın çıktısını almıştım;onları ve cuma günü sağlık ocağında yaptırdığım kan tahlili sonuçlarımı götürdüm. Doktor, eski sonuçlarımdan hiçbir şey anlamadığını söyleyip durdu. Kan tahlilimi de beğenmedi. Kontrol için biraz geç kaldığımı söyledi. Yeniden dosya açmak gerekirmiş. 6 ay değil, 6 hafta da bir; hatta duruma göre 3 haftada bir kontrole gitmem gerekiyormuş!

Ulan ben ultrasona o kadar sık girersem zaten hasta olurum ki amk! 

Doktor da iyice korkuttu. Hastanede ağladım ağlayacağım! Oradan oraya yürüyorum, derin nefes alıyorum, kendimi sakinleştirmeye çalışıyorum falan. Sonra telefonda Koala ile konuşurken sesim titremeye başladı. Annemle konuştuğumda da "Doktor baştan bakmak istiyor demek ki," dedi. "Ankara'daki doktorlar daha iyidir hem."

Doktor bir arkadaşıma yazdım. Ankara'daki devlet hastaneleri nasıl, dedim. Hepsi aynı bok, dedi. Hah al işte. Sonuçlarımı aldığımda ya tedaviyi düzgün yapamayacaklar, ya sonuçlarım berbat çıkacak, ya da bir saçmalık olacak illa ki!

Tam da sınavlarım falan bitmişken, Cymbalta'yı da bırakmak için psikiyatra gideyim diyordum. Kendimi hiç iyi hissetmiyorum ki bırakayım!

Ha bu arada, ultrasonla tiroitlerime bakmak için de 9 Temmuz'a randevu verdiler. Buyurun. İki bakıp görüntü alacak ve yorumlayacak diye de ebesinin şeyine randevu veriyorlar ki daha da stres olalım, bir hastalığımız varsa daha da ilerlesin! 3 gün boyunca sinirden ve korkudan ağlaya ağlaya artık daha başka hastalıklara da sahip olurum. Ne mutlu.

Özel hastaneye gidiyordum Mersin'de ama artık 6 ayda bir onca parayı baymaktan bıktım. Her kan tahlili için ayrı bir ücret alınıyor. Devlet dedim, hani DEVLET yani. Onun da pek de iyi olmadığını öğrendim. Üniversite hastanesine gitsem, bana 5 yıl sonrasına randevu vermesi çok olası. Hani bakımı iyi fakat muayene olacak gün yok.

ALLAH STRES!

ALLAAH.

Deli manyak bir insana dönmüşüm ben.

Perşembe günü göreceğiz bakalım.
Nolur kötü bir şey çıkmasın!

2 Temmuz 2015 Perşembe

Ah annem...


Birkaç gün önce annemle tartışmıştık. O zamandan beri hiç aramamıştım. Bugün aradım. Kalp doktoruna gidecekti. Anjiyo istemişler önce, sonra da sintigrafi çekildikten sonra gerekirse anjiyo olmasını söylemişler. EKG'si iyi çıkmamış.

Derslerimi geçtiğimi söyledim, memnun olmadı. "Bitirmedikten sonra neye yarar?" dedi. Üzüldüm. Sağlık sorunlarım yüzünden okula gidemediğimi, sınavlarımın kötü geçtiğini ve bunu bildiği halde neden böyle söylediğini sordum. "Nereden başladın o anksiyete ilacına, ah! Ondan sonra başladı bütün hastalıkların." dedi. İlacı kullanmadan önce mutlu olmadığımı, şimdiyse gayet mutlu olduğumu ve benim için de önemli olanın bu olduğunu söyledim. Ne zaman memlekete döneceğimi sordu. Daha projem var benim deyince, "Zaten hep o bilgisayar yüzünden oluyor senin bu hastalıkların!" diye bağırdı. Kalp, insülin direnci, tiroit nodülü, kansızlığın bilgisayar yüzünden olmayacağını söyledim sakin bir şekilde. GERÇEKTEN. Bu sefer de sakin konuşayım dedim, çünkü belki öyle daha yumuşak davranır diye.

Sonra konu değişti, benim köpek almama geldi. Onunla uğraşmamı istemediğini, sürekli ilgilenmem gerektiğini ve bu yüzden de bir şeyleri aksatacağımı söyledi. Ne var yani çocuğum gibi olacak, bakarım, dedim. Çocuk olsa öyle olmaz dedi ve konu evlenmeye geldi. Ben, evlenmeme daha çok zaman olduğunu söyledim, belki de olmaz dedim, sesi titredi:
-Bir tane çocuğum var, onun da mürüvvetini göremeyecek miyim?

Bayramda da gelmeyeceksin herhalde, dedi. Onu konuşuruz, dedim. 30 dakikaya bu kadar çok şey sığdırmayayım diye düşündüm.


Benim annem neden bu kadar katı?
Neden benim mutlu olmamı istemiyor?
Neden her şeyime karşı çıkıyor?
Neden beni üzdüğünün farkında değil?
Neden biraz daha ılımlı değil?
Neden bana güvenmiyor?
Neden bir şeyleri yapabileceğime inanmıyor?
Neden herkesi, her şeyi yargılıyor?
Neden hiçbir yaptığımı beğenmeyip, her şeyime köyü laflar ediyor?
Ona kadınlardan hoşlandığımı nasıl söyleyeceğim?



Ağlamak istemiyorum artık.


Sevdiğinin seni üzmesi daha çok acıtıyor.


Onun tarafından gelen en küçük şeyler bile, olmadık acılar verebiliyor.

Bana ismimle seslenmesi hiç ama hiç hoşuma gitmiyor ama nedense son zamanlarda o kadar çok ismimi söylemeye başladı ki... Ben de dedim kendi kendime, "Sen de söyle Corcina!". Bir kere söyledim ve ne kadar zoruna gitmiş... Ben, bana öyle seslendiğinde nasıl hissettiğimi anlatamadım; umarım şimdi anlamıştır.

Mesela; emek harcıyorum, zamanımı veriyorum, kendi ellerimle ona bir şeyler yapıyorum. Ne kullanıyor ne de saklıyor. Ben söylenmezsem aklına bile gelmeyecek belki de. Kaybolmasın diye ben koyuyorum bir yerlere. Napalım, sevmiyor demek ki öyle şeyleri ya da çok önemli bulmuyor. Herkes, benim değer verdiğim şeylere değer vermek zorunda diye bir şey yok. Ama üzüyor işte.

O saatin hiç çıkmaması da canımı sıkıyor. Duşa girmiş, bu yüzden çıkarmış ona yaptığım bileklikleri de -halbuki çıkarmasına gerek olmadığını söylemiştim-. Olabilir tabii; takılır, düşer falan diye düşünmüştür. Sonrasında saati takmış ama bileklikler hala çıkardığı yerde. "Çıkarmışsın bileklikleri. Neyse en azından 1 gün bari taktın, bu da bir şey." dedim. "Sabah takacağım, makyaj çantamın yanında duruyor." dedi. Saati hemen takmışsın ama? (Saat, 5-6 yıllık eski erkek arkadaşından hediye.)

Sonra benim kalbimde bir şeyler olmaya başladı. Batıyor, ağrıyor falan. Belki üşütmekten, belki de dün geceki evde biri mi var, ses geldi korkusundan.

İnsan üzülüyor be Blogger... Ondan gelen en minik şey bile kahredebiliyor.

29 Haziran 2015 Pazartesi

Her şey çok güzel gidemezdi ki zaten!

Kuzenim, yarına köpeği Mersin'den getirebileceğini söyledi. Hemen heyecanla Mine ablayı aradım!

Dün bir kalabalık varmış orada, o sırada benim köpek ve annesini çalmışlar. Zaten Mine ablanın "Aaa Gizcim" diye telefonu açmasından bir şey olacağı belliydi.

Gözlerim doldu.
Sesim titremeye başladı.
Bolca yutkunarak belli etmemeye çalıştım. Sonra da hemen kapattım zaten.

İkimiz de 27 Nisan'da doğmuştuk. 25 yıl arayla da olsa... Her gün hayaliyle uyuyordum. Her hayvan görüşümde o aklıma geliyordu. Mutluluktan kendimi sıkıyordum... Bir sürü petshop'tan yatak, tarak, tasma, şampuan, yemek araştırmıştım bir de... Beraber yürüyeceğimiz yerlere bakıyordum, ben de onunla spor yaparım diyordum. İsmini bile arkadaşlar arasında geçiriyordum. Daha hiç dokunamadığım köpeğime isim bile bulmuştum. Köpeğimi buldum diye, hayvan sahiplendirme gruplarının bildirimlerini bile kapatmıştım...

Kahroluyorum şu an ya.
Of.

26 Haziran 2015 Cuma

Hay zıkkım böcekler!

Günlerdir kaşınıyordum. Alerji falandır dedim ama bugün bir seçenek daha eklendi.

Yastığımı duvara yaslamış, telefonumla oynuyordum. Kafama pıt diye bir şey düştü gibi hissettim. Karanlık olduğundan bir şey göremedim, saçımdır diye düşündüm. İçim rahatlamadı. Telefonun ışığını yastığıma bir tuttum, çatallarını dikmiş bir KULAĞAKAÇAN! Ya da ÇATALAVRAT!

image



Ulan kapalı evin içinde sen gel kafama düş! Şu anda daha beter kaşınıyorum. Üstüne huylandım. Üstüne midem bulanmaya başladı. Tırsıyorum bi de.

Yatağımı fenerle aradım, bir şey bulamadım ama sanki bir sürü şey bana dokunuyor, üzerimde geziniyormuş gibi hissediyorum.

Kafamı, üstümü silkeledim ama OFFF NEREDEN GELDİN BE SEN ŞAŞKIN HAYVAN? NİYE YANİ?

Bak kafamda bir şey var gibi sanki!

Bir de ormanda yaşamayı isterdim ben. Hayırdır sen ne ormanı? Ormanda bunun bin katı var, zeka küpü seni.

12 Haziran 2015 Cuma

Değişiyorum

Beni, uykumdan kimse uyandıramazdı. Hele ki telefona bakmak için asla! O kadar derin uyurdum ki, telefonun çaldığını duymazdım, hatta bazen meşgule alıp tekrar uyurmuşum.

Arkadaşımın törene geç kalmasına sebep olmuştum bir keresinde de. Alarm çalmış. Sen kalk, ta telefonun başına git, alarmı sustur ve geri yat.


Şimdi ise, hayatımdaki kadın sayesinde çok hafif uyuyorum. Her an "ya ararsa?" diye heyecanla beklemekte oluyorum. Sanırım. Çünkü her telefonum çalışında pat diye uyanıp açabiliyorum.

Bugün de bunu fark ettim işte.

9 Haziran 2015 Salı

Köpüş gelecek diye...

IMG-20150424-WA0004

Kaç gündür uyuyamıyorum. Dön Allah dön!

O köpeği Mersin'den Ankara'ya nasıl getireceğim?
2 aylık hayvana sakinleştirici yaparlar mı?
Ben yokken kim veterinere götürecek de otobüse verecek?
Taşıma kafesi lazım, nasıl alıp da yollayacağım?
Otobüs şirketleri alıyor mu?
Ya sakinleştirici yapılmazsa?
Ben birkaç ay daha köpeği evime alamazsam ve başkası alıp götürürse?
Aileme söylesem de bir ay bari baksalar, ben gelene kadar...
Ama o süreç içinde veterinere de götürmek lazım, aşı vs için. Annemler hayatta uğraşmaz!
Birisi arabayla getirse Ankara'ya keşke... Ama o zaman da gençlik hastalığına yakalanmasın?
Köpek büyük sorumluluk; neyse ki iki kişiyiz. Değil mi?
Mine ablaya söyleyeyim de, Ankara'ya gelen bir tanıdığı varsa köpeği de getirsin.
Sınavlardan sonra doğum günü var. 1 Temmmuz'da Mersin'e dönsem, geri gelmem gerekecek çünkü sunumlarım var. Bu sefer de sürekli git-gel maddi olarak çökertir beni.
Keşke annem bakabilse bir süreliğine. Balkonda ona koliden bir kulübe yaparız, minicik hayvan zaten. Ama tuvalet eğitimi yok, annem çıldırır! Aşıları ve bakımı yapılmadan da evde bakılmaz, tehlikeli.


IMG-20150430-WA0012

Böyle böyle düşünürken, Mine ablaya yazdım: Köpekleri ne zaman almam gerekiyor? 

Okulun bitince ya da müsait olduğunda gelip alırsın,dedi. Çok büyük miktarda rahatladım! Kampım da 15 ağustosta bitiyor. Zaten kamp da Mersin'de. Dönüşte alıp eve götürürüm. Ankara'ya götürene kadar da bakarım. Annemin ilgilenmesine gerek kalmaz. Ya eve almak istemezse?! Sokağa atacak değil ya! O kadar gaddar olamaz. Yok.

Peki Fethiye'ye gidersen nolcak? Nereye bırakacaksın? Nasıl götüreceksin? Fethiye'ye gitme... Olmaz gitmek istiyorum. Teyzemlerin yeni evlerini görmek istiyorum. O zaman köpek?? Onların da köpeği var, götürsem oynarlar. 14 saat hayvana eziyet değil mi?! Arabayla gidersek, o zaman kolay olur işte! Nolur arabayla gidelim Fethiye'ye! 

Karman çormanım. Yarın sınavlarım başlıyor. Hafta sonuna ODTÜ sınavlarım da var. Daha projemi yapmadım. Kamp için plan çıkarıp, belediyeyle konuşup, oyunlar hazırlamam ve katılımcılara e-posta atmam gerek. Neyse buna daha zaman var. ders çalışmaya devam edeyim ben.

[gallery columns="1" size="medium" type="slideshow" ids="161,160,159,158,157"]

28 Mayıs 2015 Perşembe

Bazen hala şaşarım

Bak düşün, 7 yıldır bu okuldayım ve onu 6,5. yılımda görüyorum sadece! Bunca zaman, varlığından haberim hiç olmadı. Ne zaman ki bir sınava girdim,onu gördüm; her şey değişti.

O da Erasmus ile yurt dışındaymış. Bir dönem uzamış, ta birinci sınıftayken. İyi ki de uzamış. İyi ki de aynı sınavlara girmişiz. Hatta iyi ki de ben okulumu 2 yıl uzatmışım!

Uzun süredir görüşmediğim arkadaşlarım sorsa bana "nasıl tanıştınız" diye, "bölüm arkadaşım ya, bizim okuldan" deyip imrendirebilirim. Çünkü insanların geneli telefona yüklenen uygulamalardan ya da internet sitelerinden birbirlerini bulup kaynaşmaya çalışıyorlar. Onun da pek sağlıklı olduğunu görmedim ben. Doğru düzgün bir şey yaşanması çok zor o şekilde.

Ben çok şanslıydım. İlk kez gördüm, çarpıldım ve hala birlikteyim... Ne büyük kısmet! Ne büyük şans. Ne büyük lütuf...

Her gece yatmadan aklımdan geçiriyorum:
Allah'ım sana binlerce şükür!

26 Mayıs 2015 Salı

Antidepresan bırakma süreci #4

cymbalta

Veeee yenildim... Bugün uyandığımda dişlerimi sıkmaya başlamıştım. Titriyordum artık. Haftaya sınavlarım var diye, çalışamama korkusu sarmıştı. Önce nöroloğa, sonra psikiyatra muayeneye gittim. Psikiyatr dedi ki: 30 mg'lığa tekrar başla. Bir hafta sonra kontrole gel, bakalım ne durumdasın. Eğer gerekirse sakinleştirici de veririm. Sınavların bittiğinde ilacın da bitmiş olacak sanıyorum ki, o zaman daha rahat olursun. 

Eğer bırakma süreci böyle olacaksa, ben liderlik yapmaya gittiğimde de saçma sapan bir halde olacağım. Sanırım kamptan sonra bıraktırmasını isteyeceğim. Ailemin yanındayken bırakması daha rahat olabilir. Hoş Mersin'de de o stres asla çekilmez ama belki bu seferki bırakma sürecim daha farklı olur. Belki bu doktor daha farklı bıraktırır.

Nefes darlığı veya göğüste baskı beni çok rahatsız ederse, gündüz olduğu takdirde bir psikiyatra gitmemi; gece ise acile gitmemi de söyledi.

Hayırlısı.

25 Mayıs 2015 Pazartesi

Antidepresan bırakma süreci #3

Bugün öleceğimi falan düşündüm. O kadar iğrenç bir haldeydim.

Sabah uyanamadım. Gözlerime DAŞ GOYMUŞLAR gibiydi! Dışarıdan yemek söyledim. O gelene kadar şunlar oldu: Gözlerimi sağa sola oynatınca ya da derin nefes alınca göz kapaklarıma bastırılıyormuş gibi hissetmem devam etti. Sanki beynim kafatasımın içinde dönüyormuş gibi; şimşekler ya da elektrik çakıyormuş gibi; göz bebeklerim durmadan büyüyüp küçülüyor ya da gözlerim şaşı oluyormuş gibi; kalp atışlarım kulaklarımda, diş etlerimde, gözlerimde, şakaklarımda... Bunlar yüzünden de mide bulantım vardı tabii. Çok ileri derecedeydi!

Omuzlarım inanılmaz ağrıyordu. Evde kimse olmadığından ve okulum da tatil edildiğinden yatağıma geçtim. Uyumaya çalışırken durduk yere hönküre hönküre ağlamaya başladım. Uyandım, niye böyle hissediyorum diye yine ağladım. Hayat, üzerime çok geliyormuş gibiydi sanki. Kendimi çok aciz hissettim. Tüm gün evde dinlenerek geçirmeme rağmen çok yorgun gibiydim. Buna da ağladım bir sürü. Sonra Özge'm aradı. Benim böyle olduğumu duyunca koştura koştura eve geldi, masaj yaptı, rahatlatmaya çalıştı. Ona da ağladım. Yorgun yorgun gelip yemek yapması, dünün ağrısının ikimizde de olması ve onun çalışmasına, benim evde durmama rağmen ondan daha kötü hissetmem ve onun benimle ilgilenmesi (tam tersi olması gerekirken) kendimi düşük hissettirdi ve yine ağladım. Yemek yerken ağladım, tuvaletteyken ağladım, otururken ağladım. Bu kadar ağlamama sinirlenip yine ağladım. Acayip ataklar geçiriyorum.

Az önce de Özge'min çok sıradan bir hareketi beni kahkahalara boğdu. Kadının uykusunu kaçırmak üzereydim.

Kalbimden batıyor bir yandan. Bir yandan burnum tıkalı. Tek tük öksürüyorum. Ayaklarımı, ellerimi oynatacak halim yok. Boynum kasılıyor. Kafam ağır geliyor. Her tarafım birden kaşınıyor, sanki seyiriyormuşum gibi. Uyuyunca durmadan gerçekçi rüyalar görüyorum. Gerçek hayat gibi. Hiçbir bilim kurgusu, doğa üstü olayı yok...

Dünkü koşudan mıdır bilmem, yanıyorum. Ağzımın içi yanıyor, dudaklarım kuruyor. Su içmeye mecalim yokmuş gibi.

Kendimi çok dinlemeye başladım bir de.

24 Mayıs 2015 Pazar

Antidepresan bırakma süreci #2

Bugün de o gözlerimdeki  olay devam etti ama ilgim başka yerde olduğu için sanırım, çok acı çekmedim.

Duygularım sapıttı. Durduk yere ağlayıp, kahkaha attım. Özge de ota boka trip attığımı, eskiden böyle olmadığımı söyledi. Köpek videosu izlerken ağladım mesela.

Uykuya dalma problemim devam ediyor.

Eskiden sürekli yaşadığım, yapacağım bir şeyi unutma korkusu bu akşam beni baya oyaladı mesela. Elli defa tekrar ettim ne yapacağımı. Hani "ay ütüyü kapattım mı?!" diye en az 5 defa kontrol edenler vardır ya, onu yaşadım gibi oldu.

Kuru öksürük var, boğazıma takılan bir toz varmış gibi. Derin nefes alınca ince sesler geldi ara ara. Bir süre önceki üşütme olayının devamı mı diye düşünmüyor değilim. Ciğerlerime indi ya da kalbime zarar verecek bir iltihap var diye korkmaya başladım ama KBB'ye gittiğimde sırtımı dinleme gereği duymamıştı doktor. Sadece öksürük ilacı vermişti. Göğüs hastalıları doktoruna gitsem mi diye düşünüyorum ama üşeniyorum ve zaten daha önce gitmiştim, tekrar ye gideyim diye aklımdan geçiriyorum. İkilemdeyim. Ama gitmem lazım herhalde ya...

Boğazımda gıcık var, sürekli temizleme ihtiyacı duyuyorum. Sol çene altımdaki lenfim şişmiş sanırım. Elime geliyor, acıyor falan. Hala hastalığı atlatamadım sanırım.

Hof yeter doktora gitmek istemiyorum artık! Umursamayayım diyorum ama ilerlemeden bir şeyleri halletmesi daha kolay.

Dudağımda uçuk var.

İki arada kalmalarım başlamış, bu yazdıklarıma bakılırsa.

23 Mayıs 2015 Cumartesi

Antidepresan bırakma sürecim

2,5 yıldır kullandığım ve doktorumla konuştuktan sonra bırakmama karar verdiğimiz antidepresanımı 21 Mayıs itibariyle son kez içtim. Kendisinin ismi Cymbalta. 60 mg iken, 30 mg'a düşürüp mayıs ayında bırakmamı söylemişti. Ben de öyle yaptım.

Dün, hiç içmediğim birinci gündü. Sorun yoktu.

Bugün ikinci gündeyim ve korkunç bir haldeyim. Eskiden, geç uyandığımda ve ilacımı geç içtiğimde bu tür şeylerle karşılaşıyordum. Bu yüzden bu olanları ilaca bağlıyorum. Şöyle ki, gözlerimi sağa sola çevirince ya da uzağa bakınca göz kapaklarımın üzerinde bir baskı hissediyorum ve bayılacakmışım gibi oluyor. Kalbim, diş etlerimde ve gözlerimde atıyor. Kafam ağır geliyor. Uyumam zorlaştı. Çok sinirleneceğim rüyalar görüyorum. Beynim, kafamın içinde oynuyor ya da dönüyormuş gibi. Midem bulanıyor bu yüzden de.

İnternetten semptomlara bakmayacağım, dedim kendi kendime. Hoş, baktığımda da bir şey bulamadım. Tiroide, kansızlığa, diyabete ve kalp sorunlarına baktım. Hiçbiri benim tarif ettiğim şeyleri anlatmıyordu. "Antidepresan bırakma süreci" diye arattım bi de. İnsanların yorumlarını okudum. Yaşadıklarına yakın fakat aynı değil. Korktum, umursadım gibi oldu; sonra "amaan" dedim. Canım ev arkadaşım, doktora götürmeyi teklif etti, üzüldü. Gerek olmadığını söyledim.

Bakalım, zamanla ne olduğu ortaya çıkacak...

11 Mayıs 2015 Pazartesi

Büyüdün!



Artık:

Sırtın ağrıdığında kimse sana "kıyamam" demeyecek.
Belin ağrıdığında "Ağır kaldırmasaydın sen de.", ya da "İyi olmuş, hareket etmiş oldun işte." diyecek.
Kimse seni iyi bir şey yaptığında takdir etmeyecek.
Her tarafın acıya acıya fedakarlık yaptığında anlayışlı davranmayacak...
Hatanın sende olmadığı yerlerde yalan söylediğin iddia edilecek.
Yapmak istediğin şeyleri değil, yapmak zorunda olduğun şeyleri yapacaksın.
Koruyucu meleğin yok, her şey için savaşıp SEN kazanmak zorundasın.
Yardımcıların yok, kendi başına yapacaksın.
Bir kalabalıkta, arka taraflarda kaldığında "Gel, sen miniciksin, önde dur." demeyecek.
"Benimle doktora gelir misin?" diyeceğin kimse olmayacak. Tek başınasın.
Sözün dinlenmediğinde annene şikayet edemeyeceksin. Sesini yükseltip SEN kabul ettirmek zorundasın.
Her istediğini elde edemeyeceksin.
Mutluyken susturulacaksın, taşkınlık yaptığın söylenecek.
Sinirlendiğin zaman dışlanacaksın,nedeni araştırılmayacak.
Aynı anda bir sürü şey üst üste gelecek ve şikayet edemeyeceksin.
Bir şeyleri yapamadığın zaman, tekrar denemene izin verilmeyecek ve beceriksiz damgası yiyeceksin.
İnsanlar seni üzecek ve büyüyünce unutmayacaksın.

Büyüdün çünkü. Acımasızlaştı dünya senin için. İnsanlar kötüleşmeye başladı sana karşı. Sen de kimseye kendinden çok değer vermemen gerektiğini öğrenmelisin artık. Ve asla kimsenin, sana senin verdiğinden çok değer vermeyeceğini de.

6 Mayıs 2015 Çarşamba

Arada sıkıştım

İki gündür çok ilgilenemiyorum onunla sanırım çünkü ona karşı soğuk olduğumu söylemeye başladı.

Geçen perşembe günü, bir haftalığına ailemin yanına geldim. Her gün bir akrabamı ziyaret edip, doğum günüm vasıtasıyla da akşama kadar ya gezdirildim ya da evlerde yemeklere kaldım. Ailemin yanında olduğum için telefonu elime çok fazla alamıyorum. Aldığımda da ya fotoğraf çekiyorum ya da fotoğraf yüklememi istedikleri için, ricalarını yapıyorum.

Boş kaldığım zamanlarsa ya onun uyuduğu ya da benim uyuduğum zamanlar. O orada tek başına olduğu için sıkılıyor ve haklı olarak benden ilgi bekliyor. Ben de veremiyorum bunu. Annem ne zaman telefonu elime alsam, yanımda duruyor, ekranıma bakıyor ya da "Birazcık bırak o telefonu" diye kızıyor. Kıramıyorum çünkü her zaman yanında değilim...

Ben de ortada kaldım. Sevgilimin anlayış göstermesini istedim... Ailem anlamayacaktır durumu çünkü. Kabul etse bile dayanamayacak gibi duruyor. Sevgilimi kaybetmektense aileme karşı çıkarım ben de napayım... Ailem her türlü affeder beni... Küçük de olsa, onlara karşı yaptığım şey hoş değil ama...

28 Nisan 2015 Salı

27.04.1990

wpid-20150426_204523

Bir cuma günü, öğleden sonra oksijen almaya başlamamın üstünden 25 yıl geçmiş bulunmakta.

Pazar günü, uykumdan uyandırılarak canım arkadaşlarım tarafından bir sürprize uğrayıp, gecesine de dışarı çıktık.

Bugün de (asıl gün) fatura yatırmaya gidip sonra da yemeğimi neyin yedikten sonra, tam hayatı sorgulamaya başlamış ve gerçeklerin farkına varmaya başladığım anda bir grup arkadaşım daha sürpriz yapmaya geldi. Ben de dayanamayıp ağladım tabii.

Beni unutmayan insanlara o kadar müteşekkirim ve benimle oldukları için o kadar şükrediyorum ki...

25 Nisan 2015 Cumartesi

Gün geçtikçe daha mı çok seviyorum?

4 gün sonra 5 ayımız bitmiş olacak. Böyle sevebileceğimi düşünmezdim hiçkimseyi...

Her hareketin mi sevimli gelir?
Her sözün mü güvenilir gelir?
Nasıl alıştım sana ya...

Osursan tutup kalbime sokacağım. O kadar seviyorum!

Mesela sen uyurken ben uyanıksam, o zaman bile seni özlüyorum. Birkaç gündür rahatsızlığım yüzünden uyuyamıyorum ya, bu zamanlarda anladım işte.

Seni öpmeye de doyamıyorum. Her an, her noktana sevgimi vermek istiyorum.

Sen işteyken, sanki memlekete gitmişsin gibi hissediyorum. Gelince, seni sardıktan sonra hiç bırakmak istemiyorum.

Sevgim içimde kalıyor sanki. Gün geçtikçe de dolup taşıyor. Taştıkça veriyorum ama yarılanmıyor bile. Çünkü her boşalan alana anında yenisi geliyor. NAPICAZ?

24 Nisan 2015 Cuma

Rüzgarı nasıl güzel çekmişsem içime

image



Geçtiğimiz pazar, güneşin birazcık da olsa bize görünmesine kanıp Seğmenler Parkı'na oturmaya gittik. Kıştan bıktığım için tabii cıbıl cıbıl giyinmiştim. Kat kat ama önüm açıktı. Batak, pis yedili oynayaraktan, onun bunun köpeğini severekten ve çekirdrk çitleyerekten akşamı ettik. Acıkınca, Aspava'da yemek yemeye oturduk. O sırada birkaçımız hissetti! BOĞAZIMIZ MI AĞRIYOR GİBİ SANKİ YA?

Yok yauu ondan değildir! diye geçiştirip eve geldikten sonra ben hapşırmaya başladım efenim... Sonra burun tıkanması, akması derken o gece bir şeylerin geldiğini hissettim. Ertesi gün oldu, daha da kötüleşti falan derken dün, en korkunç gecemi yaşamış olabilirim. Sabahı çıkaramayacağımı bile düşündüm diyebilirim. Hal böyle olunca çok sevdiğim Özge'm elinden geleni yaptı. Sırtıma ve göğüs kafesime Vicks sürdü. Sıcak su torbasıyla da ben bastırdım üstünden. Öksürüğümün sökeceğini umarak...

Nefesim daraldı. Nefes çektikçe daha da sıkıştı göğsüm. Hırıltı zaten öteki odalardan duyuluyormuş çünkü gece uyanan arkadaşım söyledi. Neyse ki burnumu açabilmiştim, beynimi lavaboda akıtmış olsam da... Nefes aldıkça öksürdüm ama kuru kuru, söken giden yok. Öksürdükçe su içtim. Su içtikçe tuvalete kalktım. Birkaç gün boyunca böyle oldu bu. Dün gece de, sıcak su torbasından oldukça etkilenmiş olacağım ki, tuvalete kalktığımda gözlerim kıpkırmızıydı ve her tarafım yanıyordu. Alnıma boynuma falan su tuttum. Tekrar yattım ama uyumak ne mümkün. Sabaha kadar öksürük,su,çiş dögüsünde dolandım durdum.

Hani anahtarı çevirdiğinizde arabanın ateşleme yapması gerekir de yapamaz ya bazen, o ses benden çıkıyordu işte. Hala da çıkıyor.

Kendi başıma geçirebileceğimi düşündüm, olmadı. Yarın doktora gidiyorum. Umarım geç kalınacak bir şey yapmamışımdır.

16 Nisan 2015 Perşembe

Sımsıkı

Tartıştık.

Sonra sarıldık.

Sen elimi sımsıkı tutarak uyuyakaldın... O kadar ki, elim acıdığı için parmaklarımı oynattğım anda elimi daha çok sıktın.

Kötü bir rüya görüp de annesinin elini tutan çocuk gibi... Gitse savunmasız kalacak sanki...

Merak etme.
Gitmeyeceğim bir yere...

15 Nisan 2015 Çarşamba

Değişik

İlişkide benim varlığımdan bile haberi olmayan bir adam aramıza giriyor.

Nasıl mı?

Ben de bilmiyorum.

14 Nisan 2015 Salı

Bir köpeğim olsun



Köpek almaya karar verdik. Ev arkadaşlarımın evde olmayacaklarını ve bir tek benim bakabileceğimi düşünürsek, pek enerjik olmayan bir cins uygun olacaktır diye düşündüm. Beagle istiyordum mesela fakat eğitiminin zor olduğunu ve pek bir enerjik olduğunu öğrendim. Cocker istiyordu ev arkadaşım da... Onun da çok tüy döktüğünü ve benim alerjim olduğunu düşündüğümüzde pek mantıklı gelmedi. Bahçeli bir evimiz olsa ne ala, hepsini alırdım!

Apartmanda beslenecek küçük ırkları araştırdım. Pug çıktı karşıma en çok. O da çok tembel. Mesela bir Pembroke Corgi olsa, ne tatlı olurdu! Hoş o da tüy döküyor. Sahipleneceğim köpekle beraber ben de spor yapacağım. Hem sorumluluk, hem spor için güzel bir adım olacak.

Büyük ırka bakamam. Hem bahçem yok, hem de zaten minnacık bir şeyim, beni sürüklemesini istemiyorum. Yeri geldiğinde, yorulduğunda falan kucağımda taşıyabileyim, memlekete giderken götürebileyim.

Bichon Frise, Bichon Havanese, Cavalier King Charles Spaniel, King Charles Spaniel, Silky Terrier, Yorkshire Terrier, Minyatür Schnauzer, Norwich Terrier, Brittany en olabilecekler. Gel gör ki, hiçbirini de ücretsiz sahiplendirmek isteyenin olacağını sanmıyorum. Parayla hayvan satın almaya da olumlu bakmıyorum.

Bir de Shiba Inu çok şapşal bir köpek değil mi?!

[embed]https://www.youtube.com/watch?v=nep3jKwVZe8[/embed]

10 Nisan 2015 Cuma

Civcivlerim vardı benim

Az önce karşıma birisinin yazısı çıktı,öyle aklıma geldi benim de.

image


9-10 yaşlarımdaydım. O zamanlar renkli civcivler çok meşhurdu. Okul önünde, çarşıda, işlek sokaklarda falan koliler içinde satılıyorlardı. Ben de istedim. Aldım 3 tane. Üçü de mordu.

Evde bir koli bulup içine koydum. Kokularınu falan bile çok seviyordum. Sevdim mi, pis de olsa bağrıma basıyorum.

Evimiz 15. katta ve soğuktu. Kalorifer yok, klima veya elektrikli soba var. Onlar da sadece oturduğunuz odada yanıyor. Hatta öyle ki, bazen klima ve sobayı aynı anda yaktığımız oluyordu. Hala da öyle. Kalorifer gelene kadar devam... Neyse. Bunları oturduğumuz odaya alamıyordum çünkü koku yapıyorlardı ve evdeki herkesin de tüye, toza alerjisi vardı. Haliyle soğuk odada kalıyordu yavrucaklar. Ben her an kontrole gidiyordum.

Böyle böyle, bir tanesi bir süre sonra soğuktan öldü. Sonra annem bir çare buldu. Parça parça birsürü bezi koydu koliye, bezlerin altına da içi kaynar su dolu bir şişe koydu. Minikler o bez parçalarının altında, şişeye yaslana yaslana günlerini geçirdiler. Hatırlıyorum annem şöyle demişti: "Kışın annelerinin kanatlarının altına giriyorlar ya, bu da öyle bir şey oldu bak." Annem bile çok sevmişti sevimli yaratıkları. Babam da sürekli yem vermeye giderdi yanlarına. Bazen de oturup uzun uzun seyrederdi. Ben daha çok oynama,eğlenme kısmındaydım. Çocuğum sonuçta.

Zaman geçti, yaz geldi. Bunlar da ilk başta ala bula renklere bulanıp sonra da tamamen mor rengini attılar ve bembeyaz oldular. İbikleri falan kocaman oldu. Sevimlilikleri kalmadı ama yine de ben bakmıştım onlara.

Yaz gelince ve tatil olunca yayla evimize gittik. Onları da götürdük. Saldık bahçeye. Koştura koştura, eşeleye eşeleye, mutlu mesut yaşıyorlardı. Hatta ötmeye bile başlamışlardı! Her "ü ürü üü" deyişlerinde çıldırıyordum!

Bir hafta sonu, babamın izni bittiğinde, pazartesi işe gideceği için hafta sonu mangal yapalım diye tüm teyzelerim geldiler. Horozlarımı da çiftliği olan bir akrabamıza verdiler.

Neyse. Akşam yemekte tavuk vardı. Mangalda böyle mis gibi, sulu sulu, lezzetli mi lezzetli. Höpür höpür götürdüm. Babamsa kolesterolu yüzünden sadece tavuk yiyebilmesine rağmen hiç yememişti. Doyduktan sonra bana dank etti. Benim horozlardı bunlar! Babamın yememesinden anlamalıydım ama nasıl bir açlık varmışsa içimde,gözüm hiçbir şeyi görmemiş. Kendime geldiğimde iş işten geçmişti. Üzülmüştüm ama onların da kaderi öyleymiş.

Annem ve anneannem de hiçbir şey dememişti. Önüme koyupdurmuşlardı tavukları.

Sen besle, oyna, büyüt, ötmeye başlasınlar; sonra da hatır hutur ye. Vallahi olacak iş değil.

7 Nisan 2015 Salı

46-Bachata yaparak etrafındakileri büyüle.



Şu yaşlarımda yapmam gerekenler listemde "bachata yaparak etrafımdakileri büyüleme" maddesi vardı. Geçtiğimiz yaz (Temmuz 2014) İspanya'ya kampa gittim. 1 aylık kampa o kadar çok etkinlik sığdırılmıştı ki! Bunların arasında bachata yarışması da vardı.

İkinci haftamızdı sanırım. Akşama yarışmanın olacağını ve belirlenen saatte belirtilen yerde olmamız istendi. Gittik. Bir park alanına sahne kurulmuştu. Bir de öğretmen getirilmişti. Herkes bir eş aldı. Bana kimse kalmamıştı, bu yüzden katılmamayı düşündüm, kenara oturdum. Dansçı olduğumu bilen arkadaşlarımsa itiraz ederek bana İngilizcesi olmayan ama bachatada harika bir adam buldular eş olarak. Bachata eğitmeni önce temel hareketleri öğretti, sonra biraz daha zorlaştırdı. Herkes bir şeyler kaptı sonuçta. Ben zaten önceden temel hareketleri bildiğim için, benim için de pratik olmuş oldu.

Yarışma başladı. Partnerim çok başarılı olduğu için midir bilmem, herkes beni izlemeye başladı! 20 çift vardı, herkes elendi. Ben ve çok tatlı iki arkadaşım kaldık son olarak. Birimiz birinci olacaktı. O ana kadar birinci olmayı istiyordum ve kendimi dansa inanılmaz vermiştim. Etrafımdaki gözleri görünce birinci olmama gerek olmadığını düşündüm. Bariz kazanacaktım fakat jüriye işaret ettim, onları birinci yapması için. Sonuçta onlar birinci oldu ve hemen yanıma geldiler. "Sen harikaydın, sen birinci olmalıydın, sen bizim için birincisin!" diye beni teselli ettiler. Ben de "Yapmayın arkadaşlar, siz çok iyiydiniz, hak ettiniz!" dedim ve alnıma parmaklarımla L (loser'ın baş harfi) yaparak poz verdim. Bol bol fotoğraf çekildik.

Kampın sonuna kadar benim dansım konuşuldu. Nereye gitsek benden dans etmem istendi. Ben de kırmadım. En sevdiğim şey sonuçta...

Canını Yediğim!



Yarın işe gideceği için uyuması gerekiyordu. Sırtından sarıldım. Elimi koynuna aldı. Böyle daha rahat uyuyor çünkü. Uykuya daldığı anı anlayabiliyorum. Uyumuştu. Tuvalete kalkmam gerekti ve elimi yavaşça çektim koynundan. Tam kolumu kaldırıyordum ki elimi parmak uçlarımdan geri yakaladı, koynuna soktu. Sonra yarı uykulu, belki de tamamen uykudaydı, elimi öptü defalarca, koklayıp "ohh" diye diye... Kanım kaynadı o an! Tutup kafa atasım geldi! Sıkmak istedim hunharca!


Nasıl seviyorum bu kadını belli değil ya.
Sevgilinin yanında kardeş, anne, dost, evcil hayvan bana.

Lavabomuzdan çıkan zıkkım

Dün ev arkadaşım sürekli tıkanan banyo lavabomuzun içini artık açmanın zamanının geldiği söyleyip vidasını söktü ve içinden çıkan çok güzel midemizi bulandırdı. Lavabonun tıkanmasının sebebi saç falan değilmiş. Baya bildiğin mantar oluşmuş orada. Yanı mantar mı bilmiyorum adı ama iğrenç bi şey! Balık eti gibi görünüyor böyle. Balığın kılçığı da lavaboyu tutan vida. Yani vidayı yutmuş aslında mantar,çürümüş iyice. Mantar tutuyormuş o boruyu.

Bizden önce kalan kadın nasıl pismiş belli değil.

6 Nisan 2015 Pazartesi

Unutursam Fısılda

image



Ne güzel bir filmdi bu böyle!
Müzikleri,şiirleri,oyunculuk...

Mesela ben gözümden akan yaşları tutamadım bir sahnede. Hani Ayperi, Tarık'ın peşinden gidiyordu ya. Sonra ablası sokaktan geri getiriyordu onu eve... "Senin evin burası." İşte orada başladı ve artık durduramadım. Ağlayacağımı düşünmüyordum, duygusal bir film gibi düşünmemiştim çünkü. Fakat dediğim gibi, o sahneden sonra hıçkırdım durdum. Sessiz sessiz böyle...

image



Bir de müzik "BEN DE DELİREBİLİRDİM, YOLDAN ÇIKABİLİRDİM..." diye girdi. O anda izlediğim arkadaşımla beraber kopmuşuz. Kenan Doğulu çok güzel yazmış şarkıları...

3 Nisan 2015 Cuma

Vizeler vizeler

O çeviri sınavı neydi öyle be hoca be! Bir cümle yazmış, 3 satır! Çevir çevir bitmedi. Bağlaç da bağlaç, arada virgüller ve yine bağlaç... Yapamadım. Kurtarılabilecek bie not alsam bari.

15 Mart 2015 Pazar

Bit!

Bıktım yahu! Hakikaten...

2011'den bu yana (21 yaş), küçük küçük de olsa hastalıklarla uğraşıyorum. Ameliyatla başladı, sonra anksiyete, tiroit, kalp, kansızlık, b12 eksikliği, insülin direnci,vücutta iltihap ile devam etti. Şimdi de yeni yeni şeyler ekleniyor. Misal, kulağımda egzema olmuş, damla kullanıyorum; iltihabı geçirdik çok şükür. Bu sırada kullandığım antiyotik mantar yaptı, hayatımda ilk defa. Henüz doktora gidemedim onun için. Dişim ağrıyor, dolgumun içi çürümüş. Çektirmem gerekiyormuş, gidemedim henüz. Dışkılamada kan ve acı problemim vardı. Boru yedim içime bir güzel. Hemoroid yazıyordu fakat doktoruma gösteremedim henüz. Şimdi de pilonidal sinüs ameliyatımın dikişlerinin yerinde hsyvan gibi bir şey çıktı. Çıban mı iltihap toplanması mı bilmiyorum, çok güzel acı veriyor. Doktora göstermem gerek.

Bir de ne var? Pazartesi gününe sınavlarım başlıyooor! Ay ne tatlı ya.

YEMİN EDİYORUM SON 3 YILDIR SINANIYORUM.