22 Aralık 2016 Perşembe
Keşke o dünyada yaşayabilsem...
Kış ayında bir hafta sonuydu. Babamın bana yeni aldığı koltuğu sobanın önüne çekip hava kararana kadar Harry Potter ve Felsefe Taşı kitabını okudum. Hayatımda ilk defa bu kadar uzun süre, başından hiç kalkmadan kitap okumuştum. Benim için kocaman bir olaydı; hatta günlüğümde bile yazar o gün.
İlk filme tam olarak 9 defa gittim! O zamanlar bende bilgisayar yok, VCD oynatıcı yok, hatta VHS oynatıcı bile yok. Dolayısıyla bolca sinemaya gidip, her saniyesini beynime işlemiştim. Sonra çıkartma albümleri ve posterleri çıktı. Bardakları, kalemleri, defterleri satılmaya başlandı. Hepsinden aldım tabii! Bardakların hepsini kuzenlerim veya misafirler kırmıştı. İçimdeki burukluk, kalbimin kırılması kocaman bir şeydi. Çünkü bardakların üzerinde filmden sahneler vardı ve her su içişimde beynimde tekrar oynuyordu film.
Sonra, çıktıkça diğer kitaplarını okudum, filmlerine yine birden fazla kez gittim ama bu sefer VCD alıp bilgisayarımda da izledim. 2001'de almıştım ilk bilgisayarımı. Derken derken, benim koleksiyonum büyüdü ama ailem bu durumdan memnun değildi tabii. Hayal dünyasında yaşamak için fazla büyümüştüm onlara göre. Neyse ki bir süre sonra unuttular, ben de saklayarak yaşadım. Harçlıklarımla çıkartma kitapları, dergiler vs aldım, göz önünde bulundurmadım.
Sonra eBay girdi hayatıma ve Harry Potter ile ilgili daha çok ve orijinal şeyler almaya başladım. Cübbe alamadan PayPal kapandı ya, en çok ona üzülürüm.
Fiyatı düşsün diye beklerken...
Sonra heyecanım azaldı. E görmedikçe unutuyorsun sevgili okur. Ara ara Harry Potter manyağı arkadaşlarımla konuşurken yeniden hortluyordu heyecanım ama eskisi kadar çok değildi, çünkü yeni bir şey çıkmayacaktı ve o büyülü dünya sona ermişti, yeni haberler almayacaktık.
Bu yıl, yıllar sonra bir kitap daha çıktı! Harry Potter ve Lanetli Çocuk. Hemen ön siparişini verdim. O heyecan yeniden başladı! (E bir de Fantastik Canavarlar filmi gelmişti.) Kitap gelir gelmez okumaya başladım ama kıyamadım. Bitmesini istemedim. İki üç sayfa okuyup kapatmaya çalıştım. Ama kitap da tiyatro senaryosu olduğu için hemencecik bitecek gibi duruyordu. Üç hafta kadar dayandım. Olmadı. Dün gece bir çırpıda bitti! Hayaller kurmaya yeniden başladım. Rüyamda bile gördüm!
Keşke filmi de çıksa... Ya da tiyatrosunu izleyebilsem...
Keşke hiç bitmese.
Keşke o dünyada yaşayabilsem...
30 Kasım 2016 Çarşamba
Antidepresana tekrar başladım.
Dertlerimi anlatınca ileri derecede anksiyete teşhisi konuldu. Cymbalta dışında bir ilaç vermesini rica ettim doktordan. Nedenini sordu. Tiroitlerimi bozduğunu söyledim, fakat öyle bir yan etkisi yokmuş, genetik olduğunu söyledi. Ama biliyorum Cymbalta'dan sonra ortaya çıktı tiroit rahatsızlığı. Tamam halamlarda da var ama onlarınki daha yeni çıktı sayılır. Bense 23 yaşındaydım! Doktora karşı çıkacaktım, sonra üzerinde durmamaya çalıştım. Yine de başka bir ilaç istedim. Prozac şurup verdi. Hem enerji de verirmiş, çok uyumamı da engellermiş. Bir şişe bitince de 20 mg kapsüle geçirdi.
8 Kasım'dan bu yana Prozac kullanıyorum. Pek bir etkisini göremedim; sadece enerjim yerine geldi ve kolay uyanabiliyorum artık. Yan etkisini de göremedim. Kontrole gittiğimde bunları söyledim, yan etkisinin olmaması iyiymiş, normal etkisi de zamanla başlarmış. Dişlerimi çok sıktığımı belirtince diş kaybının olmaması için bir de Buspon verdi. 22 Kasım'dan bu yana da Buspon kullanıyorum. İçtiğim ilk gün inanılmaz bir baş dönmesi ve mide bulantısı yaşadım. Arkadaşımdaydım, eve gelene kadar kusmamak ve düşmemek için inanılmaz ter dökmüşüm. Saç diplerim, spordan çıkmışım gibiydi. 3 gün boyunca baş dönmesi ve mide bulantısı devam etti. Şimdi de dişlerimi sıkmam yetmiyormuş gibi bir de uyurken gıcırdatmaya başladım. Dişlerimin birbirine sürtme sesine uyanır oldum.
Hala kendimle konuşuyorum ve hala hastalık düşünüyorum fakat artık dikkatimi dağıtabiliyorum sanırım. Ne zaman bir hayvan görsem tüm sıkıntım geçiyor o anda, ya da artık birisiyle konuşurken başka bir şey düşünmüyorum. Önceleri, insanların söylediklerine kafamı veremezdim, çünkü aklıma taktığım şeyin sonucunu almadan aklımdan atamıyordum. Hala atamıyorum ara ara ama azaldı diyorum ya. Doktor, araştırma yapmanın anksiyeteyi büyük ölçüde azalttığını fakat yanlış bilginin daha da arttırdığını söyledi. Bu yüzden artık internetten hastalık konusunda daha az araştırma yapıyorum.
Delirecek gibi hissediyorum
Uyumaya Korkuyorum diye bir yazı yazmıştım ya hani, o yüksek ses 17 Kasım'da tekrar oldu. Bu sefer farklıydı ama yine yüksekti sesi. "Çıt çıt çıt PAT" etti. Çıt sesi ocağın kendi çakmağının sesi gibiydi. Korkup doktora gittim ertesi gün. MR, EEG ve kan tahlili istedi. 22 Kasım gecesi MR'a gittim ta Demetevler'e, hem de gecenin 1'i! Dün çıktı sonuç. Kendi doktorum yokmuş, başka bir doktora MR sonucunu gösterebildim fakat EEG ve kan tahlili kendi doktorumun bilgisayarında olurmuş. Randevu aldım 2 Aralık'a.
Bu zamana kadar ben sakin kalmadım tabii ki. Düşünüp durdum! "Ya şöyle olursa, ya böyle olursa, naparım, şöyle yaparım..." Düşünmekten delireceğim diye çok korkuyorum. MR sonucunu gösterdim ya, eve gelip dosyaya koyarken durup "Ulan ya sonuçları karıştırmışlarsa? Çünkü başım ağrıyor, dönüyor, ses duyuyorum, kulağımda uğultu var, dengemi kaybediyorum." diye düşünmeye başladım dün. Saçmalıyorum sayın okur!
Bu sabah da gözüm kapalıyken gözümde bi' flaş patladı. MR sonuçlarını karıştırmış olacakları tekrar aklıma düştü. Bin bir güçlükle kendimi ikna etmiştim halbuki. Telefona bir bildirim gelmiş olabileceği ve ekranın aydınlanması ve ardından da kararması sonucu böyle hissetmiş olabileceğimi kendime söyleyip durdum.
Aklımı kaybetmekten çok korkuyorum. Bu yüzden psikiyatra tekrar gittim ben sayın okur.
Evet, başaramadım.
10 Kasım 2016 Perşembe
10 Kasım 2014
9 Kasım 2016 Çarşamba
4-İkinci üniversiteyi bitir. 5-Birinci üniversiteni de bitir. (Ve Hatta 23- 1 ay derslerini günü gününe tekrar et.)
Bu iki seçeneği bir yazıda birleştirdim, çünkü aynı yıl fakat farklı dönemlerde bittiler. (Üçüncü madde de bu ikisine birleşik.)
Ankara Üniversitesi'ni bitirmek için canımı çıkardım koydum. Sevgili kişisi de çok yardım etti, Allah razı olsun. O tarihten not çıkardı, ben onlara çalıştım. Edebiyatı ve çeviriyi de zaten yapabiliyordum. Sürekli çalıştım ama! Tekrar yaptım, ödev yaptım, temize not geçirdim. Yani sınava girmeden önce 3 defa yazarak tekrar etmiş oldum notlarımı. Bütün dersleri geçtim, bir tek tarih kaldı. Harika yazdığıma eminim, ama kadın geçirmemeye meraklıydı. Akıllı saatimi bile kullandım sınavda! Ne fayda? En sonunda gittim konuştum hocayla. Ağlamaklıydım, çünkü okulun bitmesini istiyordum artık. O da gördü kırılganlığımı, "tamam" dedi ve geçebileceğim notu verdi ve ben bir ağlamaya başlamışım! Tüm kat yankılandı. Sonra bana sarıldı kadın. Ağlamaktan teşekkür edemedim. Ama bitti. Eve geldiğimde hala şok içerisindeydim. "Ulan bitti!" diye durmadan ağladım. Anneme söylerken ağladım, arkadaşlarıma söylerken ağladım vs vs. Sonuçta yeterli bir ortalamayla bitirdim okulu. Diplomamı hala almadım,almaya da niyetim yok gibi. Ne boka yarayacaksa. Okul temmuzda bitmişti.
ODTÜ'yü de 4. kez girdiğim sınavın sonunda bitirmiş oldum. Tek bir dersim kalmıştı ve 3 kez sınavına girip geçememiştim. Ders Unix. Hiç aşikar olmadığım için anlamakta güçlük çektim sanırım. 4. kez sınava girmek için başvuru yaptım ve tüm yaz süren ders çalışmalarımın sonunda onu da geçtim! Demek ki çalışmak lazımmış. Zeka bir yere kadar. Hemen diplomamı talep ettim tabii. Çünkü işe yarayacak bu.
Buradan da anlıyoruz ki, 1 ay günü gününe değil, 1 yıl günü gününe çalışmışım.
8 Kasım 2016 Salı
Canım Annem #3
Annem bir fotoğrafımızı paylaşmış, altına da "Derdi derdim, sevinci sevincim..." yazmış.
Sevincim senin olsun annem de, derdim senin olmasın. Çok derdim var benim. Salak salak bir sürü dert. Senin olmasın onlar, kıyamam sana. Bende kalsın dert; sevgi senin olsun, hatta hepsini al annem. Sen dertlenme, hatta senin derdini de ben alayım.
Bu kadar düşkün değildim ben anneme. Hala da öyle değilim sanıyorum ama zaman geçtikte ona daha da yaklaşıyorum sanırım. Özlüyor muyum bilmiyorum. Onun tavırları da beni böyle yapmış olabilir. Sekiz yıl öncesine kadar annemden uzak kalmamıştım hiç. Bir hafta bile. Bu yüzden özlemiyorduk birbirimizi herhalde. Şimdilerde benim fotoğrafımı paylaşıp üzerine güzel güzel şeyler yazıyor. Sevildiğimi görüyorum ya, kalbime kelebekler doluyor; bak mideme değil, kalbime.
Annem ve babamla birbirimize "sevi seviyorum" demedik biz hiç. Son iki yıldır söylemeye başladık bunu, hem de sürekli. Ya özlediğimizden, ya da uzakta olsak da artık daha yakınız birbirimize, ondan.
5 Kasım 2016 Cumartesi
Ne zaman anlarsınız?
Gözyaşlarınızın onun canını acıtmadığını anladığınız ilk an.
Onu sevindiren, üzen, hayatında önemli yeri olan haberleri başkalarına atlattığını duyduğunuz ilk an.
Aynı dili konuşup derdinizi anlatamadığınız; derdini anlatmadığı an.
Kırılır mı diye düşünmeden, aklından geçen saygısızlığı yaptığı ilk gün.
Umursanmadığınız için umursamadığınız an.
Kaybetmekten korkmadığını anladığınız an.
Hayaller kurmayı bıraktığını değil, hiç kurmadığını anladığınız an.
Geçirdiğiniz zamanın takvimleri devirmekten başka bir şey olmadığını anladığınız an.
Bir şeyleri devamlı ertelediğinizi anladığınız an.
Umudunuzu yitirdiğinizi anladığınız an.
Ne göz göze gelince ne de tenler birleşince kalbin hızlı attığını görmediğiniz an.
Doya doya konuştuğunuz, güldüğünüz insana bakınca artık sadece sorunları gördüğünüz an.
Onunla geçen anılarınıza, karşınızdaki insandan daha çok aşık olduğunuzu hissettiğiniz an...
1 Kasım 2016 Salı
Partnerle olan libido farklılığı
Bir makale görüm partnerle olan seks isteği uyuşmazlığı üzerine. Paylaşmak istiyorum.
There must be lots of things you do when you are in a relationship that you don't like doing or don't feel in the mood for. Are you in the mood to cook tonight, do the dishes, listen to your partner complaining about his or her work, probably not, but you do it because it's part of being a loving couple. So maybe trying a bit harder to get in the mood to have sex more often may improve your relationship.
BU KISMA BA-YIL-DIM!
Tamamı: http://www.smh.com.au/lifestyle/life/family-relationships-and-sex/what-to-do-when-you-and-your-partner-have-mismatched-libidos-20160322-gnofyr.html
26 Ekim 2016 Çarşamba
Kendimi dövmeliyim.
Birincisi, git-gel otobüs masrafı çok. Uçak yok , dolayısıyla zaman da kaybı ama işim olmadığı için zaman kaybı da olsa sorun değil .
İkincisi, bugüne diş doktoruna gidecektim. O yüzden bir dönmek zorundaydım ve 3 geceliğine gidip yorulmuş olacaktım.
Üçüncüsü, kıyafetim yoktu .
Ama kuzenimin düğünü. Amca oğlu. Israr etmiş herkes. Tamam dedim en sonunda ve gittim Mersin'e düğüne. İyi ki gitmişim be okur. O kadar mutlu oldular ki... Ulan ben ne düşüncesiz bir insanım diye kendime bir güzel kızdım, hatta oracıkta kendimi dövmeliydim!
Ailem beni çok seviyor ve umursuyor be! Ben öyle sanmıyordum... Ne körmüşüm. Aile sonuçta! Kimse kalmasa onlar hep olacak benimle.
17 Ekim 2016 Pazartesi
Time to let it go
El freni çekilmiş araba gibi. İtiyorum, uğraşıyorum, olmuyor.
O bıkmış zaten iteklemekten. Başka yola sapmış. Arabayı itmekle uğraştığum için arkamda kaldığından görememişim.
Bırakma vakti.
Hazır ol kalp! Canın çok yanacak.
Ama büyüyünce geçer, merak etme.
13 Ekim 2016 Perşembe
Bir düşün
Peki ya sevgili kişisi neden terslenir?
Bence cevabı herkes biliyor.
Uzak olmanın zamanı geldi...
Zaten her yerde tekim. Tek olmadığımı hasta olduğum zamanların dışında anlayamıyorum.
5 Ekim 2016 Çarşamba
Anneminki gibi bir sevgi
Yine fazlasıyla üşüyorum.
Annemdeki gibi bir sevgi istiyorum; aşkı siktir ettim artık, aşk kimsede kalmamış(!). Beni uyutan, ne yaparsam yapayım beni seven, bana kızsa da sevgisi bir gram azalmayan, bir damla gözyaşımda dünyayı yıkmaya hazır olan. Ben beni ağlatmaya çalışan, üzmeyi umursamayan, sarmayan, öpmeyen, canı istediğinde gelen, söylediğimi dinlemeyip anlattığıma bakıp geçen insanlar istemiyorum artık. BEN BENİ ÜZMENİZDEN BIKTIM ARTIK! Megalomanlığınızdan, egoistliğinizden, bencilliğinizden bıktım! Herkesi düşünüp iyi olmaya, üzmemeye, gönlünü etmeye çalıştıkça karşılığında tam tersini almaktan usandım! Ne kadar meraklıymışsınız iyiliği sabote etmeye be!!! Ha pardon, iyi olan ben değilim. Sizsiniz. Siz en iyisi, en samimisi, en doğrusu, en akıllısı, en gerçeğisiniz. Ben sahteyim.
Ama merak etmeyin, yakında gerçekten öyle olacak. Allah'a yalvarıyorum ben. Alacak o içimdeki sahteliği!
Uyumaya korkuyorum
Yatakta saatlerce dönüp dolaştıktan ve gözlerimi kapatmamaya çalıştıktan sonra bi şekilde uyumuşum.
Ben sana olanı da anlatayım. Dün sabah 7.30'da uyanıp 8'den 9'a kadar telefonla oynadım. Sonra inanılmaz uykum geldi. Saate de bakmıştım kaçta kalkayım diye alarm kurmak için. Tam yeni dalmışken beynimin arkasında öyle şiddetli bir ses duydum ki gözlerimi birden açıp sadece karşıya baktım! Aklımdan neler geçti o an. Terlemeye başladım, kıpırdayamadım, yorganı oynatamadım. Bir yerime bir şey oldu korkusu bu. Bir tarafımı oynatmaya çalışsam oynamayacak gibi, kalksam kendimi yatakta göreceğim gibi. Şiddeti çok yüksek bir sesti. 8 bit oyunlardaki gibi bir şey, patlama ya da iki şeyin birbirine çarpması gibi. İki notalıydı. Bir süre sonra dalmışım. Yine bir irkilmeyle uyandım. Çok ciddi bir irkilmeydi, yatak sallandı hatta. Rüyamda, fön makinesini fişe taktığım anda çalıştı ve ona korkmuştum. Olay bu. Geceye kadar aklımdaydı bu olay. Saran da olmadı, soran da. Bu yüzden çok stres yaptım belki de.
Uykusu olup da uyuyamamak ne korkunç bir şey.
9 Eylül 2016 Cuma
Ondayken kaybettiklerinizin şerefine!
Kıskançlığın en büyük nedenlerinden biri de güven eksikliğidir. İstediğiniz kadar sevdiğiniz kişi tarafından seçilmiş ya da onu seçmiş olun, gönlün her an başkasına kayma ihtimali vardır. Dün sizi sevdiğini söyleyen kişi, öbür gün başkasına çarpılabilir. Korkutur ama korkarak bir ilişki devam ettirilemez.
Arkadaş çevreniz iyi ki var. Bir insan, her zaman çok güçlü olup da her şeyi tek başına kaldıramayabilir. Yükünüz, anlattıkça azalır. Destek almanın kimseye bir zararı dokunmaz. Zorla dimdik ayakta durmaya çalışmanıza gerek yok. Rahatlayın. Anlatın. Ama kendi doğrunuzdan vazgeçmeyin, çünkü içinizde olan biteni veya hissettiklerinizi kimse sizden daha iyi bilemez. Ayrıca sevgi de paylaştıkça çoğalır.
Kıskançlık sevgi ölçütü değildir. Buna rağmen karşınızdaki kişi neden onu kıskanmadığınızı sorup sizi boğabilir. Kıskançlık yapmaya itildiğinizde buna alışıp işin bokunu çıkarabilirsiniz. Kıskanmak, dozu ayarlandığında bağlayıcıdır.
Sevdiğiniz kişinin özelini karıştırmayın. Sadece hatalı olan taraf durumuna düşersiniz. Çünkü her şeyi yok etmiş olabilir, insanları yazmaması veya sizin yanınızda düzgün davranması için uyarmış olabilir. Boşu boşuna özeline izinsiz girmiş olursunuz. Bir şey yakaladığınızda bunu ona söyleseniz bile suçlu olan yine siz olursunuz, çünkü özel hayata saygı göstermediniz. Aldatılmış olsanız bile suçlu durumuna düşersiniz. Ayrıca aldatacak olan insan her şekilde aldatır, önüne geçemezsiniz ve eninde sonunda bu ortaya çıkacaktır merak etmeyin. Bir de mesajlarını okusanız bile aklından geçenleri asla okuyamazsınız. Karşınızdaki kişi karaktersiz bir bireyse, ne kadar sevse de, sizi aptal durumuna düşürmekten çekinmeyecektir. Böyle bir sevdiğiniz varsa aptal durumuna düşeceksiniz mutlaka. Sinirlenmeyin. Bu onun iğrençliği, üzerinize alınmanız gereken bir şey yok.
İlişkinizin başlamasından önce olan şeyler, sadece tarafların kendisini ilgilendirmez. Çünkü geçmişi, kişiyi her daim takip eder. Bir insan yedisinde neyse yetmişinde de odur. Geçmişin geçmişte kalması gerekir fakat siz geçmişinizi bırakmamışsanız, değiştirerek de olsa hala yanınızda taşıyorsanız bu sorun yaratacaktır. O yüzden bırakın gitsin. Vazgeçmeyin, unutun. Yanlışınız: siz unutmuyorsunuz, sadece vazgeçiyorsunuz. Hala kalbinizde var olan bir şey, mutlaka zayıf bir anınızda hortlayacaktır. Sizin yanınızda durmaya çalışan yeni kişiyi bu saçmalıklarla üzmeyin. Geçmişi sürekli şimdiki zamanınıza koyarsanız, geleceğiniz de sizden soğuyacaktır.
Sevdiğiniz kişinin kurallarını değiştirmeye çalışmayın ve kendi kurallarınızı da değiştirmeyin, sadece uyumlu olun. O, siz onun istediğini yapmadığınızda tavır alabilir, küsüp gidebilir, hatta ayrılma eşiğine getirebilir ve bütün bu davranışlarına rağmen ona tek bir şey söylediğinizde "Beni değiştirmeye çalışma!" diye bağırabilir. Bu onun dengesizliği. Siz dengenizi kaybetmemeye çalışın. Seviyorsanız sabredin.
Dürüstlük yoksa o ilişkinin temel taşlarından birisi eksik demektir. Çünkü dürüstlük, sevgi, saygı ve sadakat ilişkinin sarsılamaz zeminini oluşturur. Hoşlanmadığınız bir şeyi yaptığında bunu yutmayın, tatlı bir dille söyleyin. Ona karşı olan hisleriniz azalmışsa, belki geri gelir diye uzun uzun beklemeyin. Geri gelmeyebilir ve bir zamanlar sevdiğinizi söylediğiniz o kişi yalanı hak etmiyor. Bu yüzden bütün hissettiklerinizi anında söyleyin. İletişim kurmak önemlidir. "Ben kimseye anlatmam, kendim çözerim." demeyin, karşınızdakinin bir şeyleri bilmeye hakkı var. Gözünüzde o kadar değeri olmalı; yoksa da zaten o ilişkiyi devam ettirmeyin. Seviyorsanız anında söyleyin, sevmiyorsanız anında bitirin. Gıcık olmuşsanız da o anda söyleyin, çok mutlu olmuşsanız da. Siz konuşmadıkça o hep kafasında kuracaktır. Size ne kadar güvense de, ne kadar inansa da, insan mutlaka karşıdan görmek ya da duymak da ister. İstemiyorsa bunda bir sorun vardır.
Bir şey tatlı dille söylemek çok önemlidir. İğrenç bir şey yapmış olsanız bile tatlı dille söylerseniz affedilme olasılığınız çok ama çok yüksek!
Karşınızdaki size kör kütük aşıksa bile, "nasıl olsa affettiririm kendimi" diyerek aşağılık işlerle uğraşmayın. Kendinize hakim olun! Bu yaşa kadar gelmişseniz, zaten toplumsal deneyim ve bilgilerle irade edinmiş olmanız gerekir. Edinememişseniz, bir gün herkesin gözünde küçücük görünecek olmanız kaçınılmazdır.
Bir şeyleri yarım ağızla anlatmayın. Karşınızdakinin sizi yanlış anlamasını istemiyorsanız her şeyi açık açık, tane tane ve hiçbir şeyi atlamadan anlatın.
Nazınız geçiyor diye, başka kişilerle yaşadığınız olumsuz durumların etkisini sevdiğiniz kişiye getirmeyin. Patronunuz size bir şeyleri emrediyor diye siz de sevgilinize emredip kendinizce acısını çıkarmaya çalışmayın. Kolunuz, bacağınız, ağzınız ve aklınız varsa kendiniz yapın; o sizin anneniz değil, her şeyi sorgusuz sualsiz yapmayacaktır. Anne ile sevgiliyi karıştırmayın.
İlgi göstermekten çekinmeyin ve ilgi göstermeyi unutmayın. Bir başka işle ya da kişiyle uğraşırken kalbinizdeki kişiyi unutmayın; tabii eğer ilişkiyi soğutmak istemiyorsanız.
Bu yarattığınız tartışmalar küçük şeyler. İlişkinin tuzu biberi belki de. Hatta ilişkiyi rutin olmaktan da çıkarabilir. Ama son ana kadar da tersinizi kesinlikle göstermeyin, sonra patlarsınız ve geriye sadece külleriniz kalır.
19 Ağustos 2016 Cuma
Çok özlüyorum
Eski fotoğraflara baktım, oradan çıktı bu konu. O kadar çok gezmişim, o kadar çok arkadaş edinmişim ki. Şimdi yarısı yurt dışında, yarısı il dışında. Evlenip gidenler zaten aile kurduklarından mıdır nedir arkadaşlarını unutuyorlar.
5 Ağustos 2016 Cuma
Söyledim mi? Ben mezun oldum!
30 Temmuz 2016 Cumartesi
Canım annem #2
Özellikle canım anneme patlamam çok sinirlerimi bozuyor. Yanımda bir tek o olduğu için bir tek ona söyleniyorum. Pazartesi günü, yani doktorun ultrason istediği gün, dolmuşa binip eve geleceğimiz zaman annem başka bir dolmuşa binmeye çalıştı, ben de kızmıştım anne noluyor diye. Aslında biraz da aklına bir şey mi oldu diye korkumdandı bu. Sanırım o da çok dalgındı, yoksa henüz çok erken aklına bir şey olması için. Allah korusun ya! Neyse, neden o dolmuşa yöneldiğini bugün anladım. Hastanenin oradan dolmuşa binecektim ben de, ve yarım saat kadar gelmedi dolmuş. Annemin durdurmayı düşündüğüne bineyim dedim ve nereden geçtiğini düşündüm. Annem de o gün muhtemelen bunu düşünmüştü ama ben anneme kızdım. Ulan vicdanım o kadar rahatsız ki! Çok üzülüyorum ona öyle davrandığım için. Ve her zaman bana karşılık veren insan, o gün moralim bozuk diye hiç sesini çıkarmamıştı.
Canım annem!
Ay ağlicam. Benim psikolojim çok bozuk amk.
Annemi de ikna ettim. Psikiyatra tekrar gidiyorum.
26 Temmuz 2016 Salı
Sınandım yine
Önce büyük bir kavga ve uzaklaşma. Sonra hastalık korkusu.
Onunla o büyük kavgayı yapmak hiç güzel değildi. Biliyorsun kalbim sıkıntılı, çirkin çirkin ağrılar, batmalar, sızlamalar, koluma yayılmalar falan. Stres iyi değil bana belli. Ama stresten kaçamıyorum maalesef. Konuşmadık bir süre. Zaten ben Fethiye'deyken de konuşmamıştık bir süre, saçma bir şeyden kavga edip. Buradaki kavga çirkindi. Çok çirkindi. Çok sinirliydim. Sonra kendisine yazdım. Her cevap verişinde sanki üzerimdeki tuğlalar birer birer kalktı.
Ne zamandan beri diyordum boynumun sağ tarafında bir şey hissediyorum diye, hatırlarsın. Geçen günlerde Fethiye'deyken, boynumun sağ tarafındaki o beni rahatsız eden şeyi buldum. (Yani beni Ekim 2015'ten bu yana boynumda hissettiğim o zıkkımın bu şişlik olduğunu düşündüm.) Hakikaten bir şişlik vardı orada, bir topak. Memlekete geldim ve direkt sağlık ocağına gittim. İlk sağlık ocağına gittim, çünkü kötü bir şeyse o yönlendirirdi. Direkt hastaneye gitsem, belki de hiçbir şeye para ödeyecektim. Üç farklı doktora gittim, üçü de boğazımı muayene etti ama bulamadı, dedim. Doktor değiştirmemi söyledi. Hemen yolda özel hastaneden randevu aldım, şans bu ki çok kalabalık olan bu doktor, o gün boştu. Uzun uzun muayene etti, "evet var burada" dedi. Ultrasona yönlendirdi. Ultrasona da bugüne randevu alabildim ancak.
O ultrasona girene kadar ne çektim ben. Ne düşünceler geçti aklımdan. Bir buçuk gün geçmek bilmedi. Bir hafta geçti sanki! En çok da Koala'mı göremeyecek olmak. Doktor, iyi görünmediğini, lenf bezlerinde bir şey olabileceğini söyleyince ben de dedim ki işte bitti. Zaten panik bir insanım antidepresanı bıraktığımdan beri! Ben panik, annem babam panik, Koala panik. En çok da Koalamı üzdüm gereksiz yere sanırım. "Merak etme," dedi, "kötü bir şey olmayacak, en hayırlısı olacak. Hatta bak 'şu' çıkacak". Ben durur mu? Ağlamalar ama ağlamamaya çalışmalar. Babam da araştırma yapmış, "Kızım korkma, tedavisi en kolay olan bu" dedi ama onlar da panik belli.
Bugün 15.30'da girdim ultrasona. Ne terler döktüm. Doktor "ne kadar streslisin," dedi, yerimde duramıyordum çünkü. En son da derin nefesler alıp verince ve titrek sesle konuşunca "şimdi daha çok anladım stresini, korkma bir şey yok,sadece bezelerin var, onlar olur. Tiroidinde de iltihaplanma var dedi, tiroit nodülü bir görünüp bir kayboluyor hashimoto yüzünden sanırım." dedi. Çıkınca anneme dedim ki "Stresliyim diye böyle diyor". Benim beyin gitmiş anam. Doktora çıktım. Eski kan tahlillerimi de getirmemi istemişti. Ben sıramı beklerken annem kağıtta yazan lenf nodülü yazısına bakıp duruyordu. O da meraklandı sanırım. Doktorun yanına girince, bana anlatmaya başladı. Ben idrak edemedim bir süre. Korkulacak hiçbir şey yok diyormuş işin özü. Lenf bezlerim şişmiş, bu iyi bir şey değilmiş uzun süreli şiş olunca fakat mayıs tarihli kan tahlillerimde bir bulgu bir ipucu görememiş. Benim, sürekli olarak boğaz ve kulak enfeksiyonu geçirdiğimi cümle alem bilir. Bir de 2 yıldır dişle mücadele ediyorum. Dişçi temizliyor, dolgu yapıyor ama meğersem çürüğü tam temizlememiş oluyor, sonra yine çürük. Tam da o dolgunun altı kısmında bu şişlik. Belki de ondan. Edolar 600 mg verdi. Günde bir kez almamı söyledi. Rahatlatacakmış o beni.
Ama ben yine tatmin olmadım. Neden? Çünkü doktorun baktığı o tahliller Mayıs ayına ait. Ya bu şişlik mayıstan sonra ortaya çıktıysa ve o kan tahlillerinde görünmemişse? Anksiyete bu demek sanırım. Psikiyatra tekrar gitmeye karar verdim. Antidepresanı bırakmam tam bir başarısızlık olmuş!
Koalama da teşekkür ederim. Her güzel olan şey, onun iyi düşünceleri sayesinde. Onun şansı çok yüksek. Evrene o kadar güçlü mesajlar verebiliyor ki! Ne isterse, içinden ne geçirirse oluyor. O, kötü bir şey olmayacak dedi, olmadı. Kalbini seveyim senin harika insan! İyi ki varsın, iyi ki yanımdasın, iyi ki düşüncelerin benimle!
23 Temmuz 2016 Cumartesi
Seven kişi saygıyı hak ediyor.
Eğer seni, ailem dahil her şeyin önüne koymak sevmemekse, evet sevmedim.
Her kötü lafının beni uçuruma doğru tekmelemesi seni sevmemekse, evet sevmedim.
Kimin daha az sevdiğini, sen dahil cümle alem biliyor zaten. Bir ilişkide birisi her zaman daha çok sever çünkü.
Eskiye dönmek istememin sebebi ne biliyor musun?
Eskiden beni sevdiğini hissediyordum. Hissettiriyordun. Yeniden kanatlandığımı sanmıştım, çok acı. Ne zaman ki sevgim,seninkinin üstüne çıktı, işte o zaman sen daha az sevmeye başladın. Ben öyle hissettim, sen de öyle söyledin. Zaten aşk yok artık aramızda. Sadece saygı vardı, o da bitti artık.
Ha bir de, yapılanı unutmamak kindarlık değil; yapılanı unutmak aptallık ve dengesizliktir. Birisine sövüp saydırmışsan ve ertesi güne ona "bebeğim, canım" diyorsan bu da kindar olmamak değil, düpedüz yalancılıktır. Bunu da yaz bir yere. Aşk gözünü kör etmesin. Hoş,ne tavsiyeme ihtiyacın vardır, ne de yazdığım bir şeyi okumaya.
Keşke daha önce siktir olup gitseydim.
Sevmeyeceğim bir daha. Bitti artık. Güven de bitti tamamen. Bundan sonra kime güvendiğimi söylüyorsam bu yalandır, biline.
Beni seveniyse el üstünde tutup ona sultanlar gibi davranacağım, saygımı asla eksik etmeyeceğim. Seven kişi saygıyı hak ediyor çünkü.
Güven vermeyi, nasıl sevmek gerektiğini, saygının ne olduğunu bilmeyen insanlarla karşılaştım hep. Siz karşılaşmazsınız umarım.
İsterim ki, kalbiniz nasılsa öyle insanlarla birlikte olun. Bana denk gelmedi öylesi...
15 Temmuz 2016 Cuma
Bir insan, kalbini verdiği kişinin kendisine söylediği kötü sözleri nasıl unutabilir?
Seninle olmak istiyorum ama seninle mutlu değilim. Olamıyorum. Beni mutlu ettiğin kadar mutsuz da ediyorsun. Beklentilerim hep eksik kalıyor. Sana güvenmek istiyorum, hem de çok ama olmuyor. En ufak bir kötü sözün, o zamana kadar zorla verdiğim güveni anında götürüyor! Sonra her şey baştan başlıyor. Baştan güvenmeye çalışıyorum. Ve düşündüğüm şunlar oluyor:
Beni sevmiyor, seviyormuş gibi yapıyor çünkü Ankara'da kimsesi yok,çünkü bana muhtaç kaldı ne yazık ki.
Kafasındaki düşüncelerin hiçbirinde ben yokum. Ben onunla konuşmadığım zaman daha mutlu, çünkü onu dırdırlarımla rahatsız etmiyorum. Beni özlemiyor. Ne zaman gitmek istesem yapışıyor ve bana güzel sözler söylüyor, ben de kanıyorum. Gitmekten de vazgeçiyorum bu yüzden. Çünkü gidersem ya evde gerginlik olacak ya da evden çıkma derdi olacak. Birisini bulsa beni anında tekmeleyecek, çünkü zaten daha önce de yaptığı bir şey. Beni de bu sırada oyalıyor işte.
Aklımdan tek geçenler bunlar! Mutluluğu düşünemiyorum, çünkü benimle planladığı bir gelecek yok. Varsa bile benim haberim yok. Dışarı çıkmıyoruz, sinemaya gitmiyoruz, içmeye gitmiyoruz, her etkinliğimizi evde yapmak istiyor iş bana gelince, ama arkadaşlarıyla dışarıya çıkmayı gönülden istiyor. Tamam belki yorgun ve nazı bana geçiyor vs ama benim hoşuma gitmiyor.
Bana "mutlu olmayı istersen gerçekten mutlu olabiliriz" diyor. Benim hayattaki en büyük amacım mutlu olmak ve bunu bilmeyen yok! Melankoliyi, tartışmayı sevecek EN SON İNSANIM. Ama ona göre ben bu ikisine aşığım ve mutlu olmayı istemiyorum. Bu üzüyor bir. Bana samimiyetsizsin diyor iki. Kötü kalplisin dedi üç. Yalancısın dedi dört. Kincisin dedi beş. Ben bunlardan nefret ediyorum! Nasıl bunlara sahip olabilirim?! Bu şeylerden uzak durmaya da özen gösterirken nasıl böyle olabiliyorum?
O kadar ki, sanki beni bilerek ve isteyerek kırmak istiyor. Öylesine gıcık. Ben tüm bunları yaşarken ve içime atmaya çalışırken nasıl mutlu olabilirim? Bu söylenenleri unutmayı istemiyor muyum sanıyor? Hiç yaşamamış olmayı dilemediğimi sanıyor? Bunları nasıl unutabilirim?
Bir insan, kalbini verdiği kişinin kendisine söylediği kötü sözleri nasıl unutabilir?
Aşk da unutturmuyor maalesef.
11 Temmuz 2016 Pazartesi
Bu, ne sevgidir ne de ilişki.
Uyuduğunu söylemez, uyandığında aklına en son gelen sevgilisidir.
Bir şey anlatmaz, anlattırmaz.
Sevmediğine "yalancı" der, karşıdaki de kendisine davranıldığı gibi davranır. Öyle olunca karşıdakini suçlar, kendisi bir şey yapmamıştır ona göre.
Sevgilisine yalancı, samimiyetsiz, kötü kalpli der ve bunu hissederek söyler. Kendisine bakmaz çünkü o tertemizdir.
Yakınlaşamayacağı fakat ortam yapabileceği insanları yakın çevresine almaya çalışır, sonra onlar fos çıkınca yalnız olduğunu düşünür.
Sevgilisi yazsa cevap veremez çünkü ailesinden çekinir, eski sevgilisi yazsa buluşmaya bile gider.
Tatil yapmak, sevgilisiyle daha az ilgilenmesini gerektirir.
Sevgilisiyle tatil yapmak ister, orta yolu bulamaz ve boşlar her şeyi. Sonra da o üzülmesin diye "önemli olan seninle birlikte olmak, bu yüzden neresi olursa kabulüm" der ve işin içinden sıyrılır.
Başkasına sinirlenip sevgilisine bağırır, telefonu yüzüne kapatır.
Sevgilisine "sen anlamıyorsun, kafan almıyor, düşünme yetin yok, düşünebilsen keşke" der.
Aldatanı el üstünde tutar, seveni sikine takmaz. Ama bunu kendisinden başkası böyle yaparsa yargılar.
Kendisine it gibi davranana aşık olur, onu sevene "önemli olan birbirimize duyduğumuz saygı, aşk mutlaka biter" der.
Tüm bunlara rağmen üste çıkar, kendisi haklıdır çünkü.
Bir de sevgilisi her boka inanan bi saftirikse keyfine diyecek yoktur, çünkü kandırması kolaydır.
1 Temmuz 2016 Cuma
Umarım ki hayatta hep iyi insanlarla karşılaşın
Sonra, geç de olsa o taksiciyi karşıma çıkardığı için Tanrı'ya şükrettim. Taksiciye de bir sürü dua ettim. Ağlamaklı olduğum için kendisine pek bir şey diyemedim çünkü sesim çıkmadı, boğazım düğümlendi yine (son sınavımı verdiğimde olan şey). Dilerim ki böyle insanlarla hep karşılaşın.
Olan, yaşanan bunca kötülüğe rağmen, dünyada hala iyilik var.
Şükürler olsun, iyi ki iyi insanlar var. İyi ki merhamet var.
O kadar zorlanmışım ki kollarım ve bacaklarım hala titriyor.
16 Mayıs 2016 Pazartesi
Protein, 15 günlüğüne yasak
Ben aval aval bakınca doktor açıklama yaptı: "Hayvansal ürün yeme; süt, peynir, yumurta, et, tavuk, balık. Kuru fasulye ve bakla da yeme. Salata ye bol bol, akşamları 3 ceviz ve günde 3 litre su. Makarna yiyebilirsin, mantar yiyebilirsin. Ama proteini kes ve 15 gün sonra gel, bakalım." Uyku problemimi, halsizlik ve sinirli halimi söyledim, metabolizmamdanmış o.
Şimdi sorum, sorunum şu:
Ben ne yiyeceğim? Şaştım kaldım.
Ne yenir ki? Aklıma bir şey gelmiyor.
Tiroit yüzünden bazı sebzeler de yasak zaten.
Öğrenci insanın da yediği şeyler bellidir; annem kadar çok yemek bilmiyorum ben. Türlü, pilav, tavuk şiş, kebap, iskender, makarna, tarhana çorbası, yüksük çorbası ve erişteli mercimek. Neredeyse bu kadarla sınırlı benim bilgim.
[contact-form to="gozdelicious@gmail.com" subject=""Protein yasak" tavsiyeleri"][contact-field label="İsim/Nick" type="name" required="1" /][contact-field label="E-Posta" type="email" required="1" /][contact-field label="Website" type="url" /][contact-field label="Yorum/Tavsiye" type="textarea" required="1" /][/contact-form]
13 Mayıs 2016 Cuma
Kendimi keşfetme anılarımdan bir demet
Geçende doktora giderken, yolum uzun diye Spotify'ı açtım. Tatu'nun All The Thing She Said'i çıktı karşıma. Kısa ya da uzun yolculuk olsun, otobüste giderken cam kenarındaysak ve kulağımızda müzik varsa mutlaka hayallere dalarız. Bunu yapmayan yoktur herhalde.
Hemen daldım ben de tabii. Tatu'yu keşfettiğim ilk yıl: 2003. Eurovision Şarkı Yarışması ve Sertab Erener; en sevdiğim Türk sanatçının yarışmadaki performansını çok merak ediyordum ve ne göreyim: t.A.T.u! Birkaç gün önce de en yakın arkadaşım Tatu'yu bilip bilmediğimi sormuştu. Ben de evet demiştim ama benim bildiğim Tatu çizgi roman karakteri olan Tatu'ydu (ya da tatuu ya da tutuu ya da tatoo). "A öyle mi?" dedi, "lezbiyenlermiş biliyor musun?".
Oha! Lezbiyen mi?! KALPKALPKALPKALP
Şaşkınlığa uğradıktan sonra "Ha sen karikatürü demiyorsun. Yok bilmiyorum onu." deyip bitirdim konuşmayı ve eve gider gitmez araştırmaya başlayacaktım tabii ki de!
2001'de doğum günü hediyesi olarak bilgisayar almıştım ve birkaç yıl sonra da çevirmeli bir internet bağlantımız oldu. İnternete bağlanmak istediğim zaman çıkan seslerde de sanki birisi pat diye konuşacakmış gibi gelirdi. Neyse, araştırdım baktım ettim falan, ohuuu lezbiyenlermiş! Hemen CD'ciden Tatu kliplerini edindim. Öyle bir olay vardı: İnternetten video izlemeyi bilmiyordum ve karışık kaset doldurmak gibi karışık klip CD'leri yaptırırdım ben içinde Shakira, Jennifer Lopez ve t.A.T.u'nun olduğu.
Böylelikle ilk -minik de olsa- farkındalığımı yaşadım. Ha sonra bunu unuttum mu,evet!
Tatu'yu ilk keşfettiğim zamanları hatırlayınca kendimi nasıl keşfettiğimi falan da hatırladım tabii. Pink, Angelina Jolie, Tatu posterleri. Gazete ve dergilerden kesilen Shakira, Tatu, Nehir Erdoğan (Okul filminden sonra aşık olmuştum) fotoğrafları. Memleketteki odamdaki çalışma masamın dolap kapaklarının iç kısımlarında hala yapışıklardır. Bunlardan ayrı bir de Tobey Maguire ve Spider-man posterleri, fotoğrafları, çıkartmaları vardı. Pink şarkıları dinleyip dalardım; onun şarkılarını bulması Tatu'nunkilerden daha kolaydı.
Sonra çevirmeli internet bağlantısı gitti ve Ixir, Superonline, e-Kolay geldi ama yine de klip veya şarkı bulamıyordum, çünkü Google yoktu. Ne zaman ki Türk Telekom'un 1 mbit internetine geçtik, o zaman Youtube'u falan keşfedip bolca Tatu klibi izledim; hatta animasyonlu olanları, Sims ile yapılmış olanları bile!
2003 Eurovision'dan sonra Eurovision'u da hiç kaçırmadım. Ruslana, Helena Paparizou'ya falan aşık olmuştum.
Lisede bir sürü kız arkadaşım vardı (sevgili değil), hepsi de beni nasıl severdi anlatamam! Öpmedikleri yerim yoktu. Birisi abartıp göğüs kafesimi bile öpüyordu. O kadar seviliyordum. Nasıl bir şirinlik sıçıyormuşsam artık. Pek arkadaşı olmayan arkadaşlarım da her seferinde "nasıl bu kadar çok arkadaşın var? oha o kızlarla nasıl arkadaş oldun sen ya?" deyip dururlardı. Şeytan tüyü zaar. Bu her tarafımın öpülmesi olayı hoşuma giderdi ama daha fazlasını düşünemedim. Dur, yalan olmasın, lise sonda bir kere en yakın arkadaşımla öpüşsek nasıl olur acaba diye düşünmüştüm ama sonra hemen kafamdan attım bunu, iğrenç geldi. Düşün, Tatu'ya da heyecanlanıyorum o zamanlarda. Kendi üzerimde olduramıyordum ama olan hoşuma gidiyordu.
Sonra break dance'a başladım. O zamanlar internette forumlar vardı. Sofia Boutella, break dance, hip hop, grafiti, Tatu forumlarına falan üye olmuştum. Rap yok aralarında, dikkat. Sevemedim rap'i. Bir tek Eminem vardı, o da melodiliydi zaten. O forumlardan hem Tatu'yu seven hem de break dance yapan arkadaşlar edindim! Şansa bakar mısın? Mesajlaşmalar, "çok iyi değil mi"ler... Bu olayları da unuttum bir zaman sonra.
Lisede diğer sınıflardan benden hoşlananlar olduğunu falan öğrendim ama ben birisiyle çıkmaktan nefret ettim hep. Gittiğimiz gezilerde, otobüste yanıma oturmaya çalışanlar, yanağım okşayarak uyandıranlar falan... Ben de hoşlanır gibi oluyordum ama sonra bir iğrenme geliyordu.
Sonra 2010'da ilk erkek arkadaşa sahip oldum. Spor salonundaki hocamdı kendisi. O sıralarda yine spor salonundan bir sürü adam numaramı alıp beni dışarı çıkarmayı istiyor, durmadan mesaj atıyor, doğum günlerine falan çağrılıyordum. 20 yaşındayken baya sükse yapmışım demek ki. Ben erkek arkadaşımdan başkasına bakamadım pek. Şansıma erkek arkadaşım da GAY çıktı. Biseksüel değil, gey. Çünkü biz ne öpüştük, ne de bir şey yaşadık. Benden sonra da sadece erkeklerle birlikte olduğunu gördüm, sahte erkek Facebook hesapları açıp kendisini kekledim falan. Eskiden "keklemek" vardı değil mi? Öyle öğrendim sadece erkeklerden hoşlandığını, kadınlarla zorunlu olarak "çıkmış".
Sonra ben eşcinsellerden iğrenmeye başladım ve iğrenen bir arkadaş çevresi edindim. Hep beraber "onlar ölsün!", "Allah kimseyi doğru yoldan çıkarmasın!" falan diyorduk! Nasıl gülüyorum şimdi buna. Adam pısırık da bir şeydi tamam mı; nasıl böyle açılabildi, nasıl ve neyine güveniyor, niye korkmuyor diye kendime sora sora birden bende açıldım! Gizli gizli kadınlarla konuşmalar, lezbiyen siteleri hesapları falan filan derken bir arkadaşım beni o sitelerden birinde görmüş. Dışarı çıktığımız bir gün birbirimize komik bir şekilde açıldık.
Sonra Tumblr'da fenomen olmuş şirin lezbiyen kadınları takip ettim. Sonra Pretty Little Liars'ı keşfedip Emily'ye özendim durdum. Tumblr'da PLL ve Emily sayfalarını takip ettim. Yine hayaller tabii... Ben de böyle açılabilecek miyim? Benim de sevgilim olacak mı? Ben de öpüşecek miyim? Ben de sevişebilecek miyim bir kadınla? Arkadaşlarım ve ailem de beni kabul edebilecek mi? Özenip durdum. Ne hayaller ama.
Gittiğim yurt dışı gezilerinde hayallere devam ettim, sonra insanlarla tanıştım, öyle öyle kendime güvenim geldi.
Bir gün en yakın arkadaşlarımdan biri olan ev arkadaşıma açılmaya karar verdim. Çok normal karşıladı. Neden ilk olarak ona açıldım onu da söyleyeyim; kadın hetero olmasına rağmen hangi mekana gitsek bir kadın buna yazıyordu! Ben de "ulan bana niye yazmıyorlar" diye sinirlenip dururdum. Neyse, o da bu duruma gülerdi sadece, hiç nefret söyleminde bulunduğunu görmedim; eski ben'in aksine! Derken derken tüm çevreme açıldım, bir iki tanesi dışındakilerin hiçbiri sorun etmedi. Nasıl mutluydum!
Yıllar sonra Tatu'yu yeniden hatırladım ve şarkılarını daha iyi anlıyordum bu sefer ve o da ne? BİSEKSÜELLİK! Hem kadından, hem erkekten hoşlanma durumuymuş. Tatu da böyleymiş: He loves me, he loves me not, she loves me, she loves me not. Hatta sonra birisinin çocuğu oldu. Çok sevmiş olduğum erkek arkadaşımdan sonra dedim ki, ha ben de biseksüelim o zaman! Etiket şart! Sonra ben ikisini(Tatu) sevgili sandığım için, hayal kırıklığı yaşadım, bu da ikinci hayal kırıklığı anıydı sanırım. İlki, KaosGL sayesinde katıldığım bir video öykü atölyesiyle hatırladığım ve kafamda oturttuğum bir kreş anımdaydı; 1995 yılında, kreşte bir öğretmenime aşıktım ve o bir gün bana kızmıştı, başka erkek çocuklarla konuşmuştu, onlara sarılmıştı, sonrasında "ben o kreşe bir daha gitmem!" diye bağırarak kreşe bir daha gitmemiştim. Çünkü ona aşıktım, her an onu düşünür dururdum, el hareketlerini, suratını, saçlarını... Demet Kreş. Bu ilk hayal kırıklığımdı.
2001 yılında orta okuldayken İngilizce öğretmenlerime aşık oldum. Memleketteki evde bulunan eski defterlerime bakınca da iyice anlayabiliyorum; her tarafa kalpler koymuşum, isimlerini yazmışım: I Love Dilek Tosun. O hocamla da şöyle bir anım vardı çok heyecanlandığım: derste bir gün bir kalem istemişti ve o kalem de bir tek bende vardı, ben de heyecandan nasıl "BENDE VAR" diye bağırdıysam "sen ne şirinsin ya" diye yanağımı okşamıştı. Eminim kıpkırmızı olmuşumdur o zaman. Kalbimin o anki atışını şu anda bile hissedebiliyorum. Sonra beni daha iyi bir İngilizce sınıfına aldılar, oradaki hocama da aşık olmuştum çünkü o da bana bakarak Tarkan'ın şarkısını söylerdi; aynı servisteydik ve her seferinde bana bakıp şarkı söylesin diye Tarkan'ın kasetini almıştım ve serviste her gün o kaseti dinletiyordum! Sonra bir gün o da gitmişti.
2011 yılından itibaren hemen hemen tüm arkadaşlarıma açıldım. Bir sürü sevgilim, bir sürü ilişkim, bir sürü arkadaşım, bir sürü tanıdığım oldu. Geneli de KaosGL sayesindeydi. Ne heyecanlanmıştım; beni o sitelerden birinde yakalayan arkadaşımla beraber gitmiştik derneğe ilk defa. Sonra o arkadaşım da yakın arkadaşım oldu, ev arkadaşım oldu ama sonra bir sevgili yaptı, evden gitti ve bir daha konuşmadık. Neyse işte dernekteki atölyeler, toplantılar, söyleşiler, film gösterimleri, kahvaltılar, partiler derken açıldım da açıldım. O kadar ki, benden hoşlandığını söyleyen insanlara yüz vermediğim için düşman bile edinmeye başladım. Hey gidi Kıvırcık Lahana, nereden nereye...
Şimdi napıyorum?
İyice geciktirdiğim okulumu bitirmeye çalışıyorum sadece. Ne bir etkinlik ne bir arkadaş buluşması. Dışarı bile çıkmıyorum. Yaşlandım diyemem ama bir ara sıkılmıştım o hızlı tempodan ve sonrasında duruldum.
Şu anda bu durgunluktan da sıkılmaya başladım!
11 Mayıs 2016 Çarşamba
Biri bitemezken diğeri başlıyor
Üniversite hastanesi böyle işte. Devlet de aynı. Yüklü bir para vermediğin sürece sürünüyorsun; son dişin yapılana kadar ilk dişindeki dolgu düşüyor. Dişlerine istediğin kadar iyi bak, bünyendeki bir hastalık dişlerinin çürümesine sebep olabiliyor. Benim, 23 yaşındayken 6-7 dişim aniden çürüdü. Hayatımda dolgu yaptırmamışım, bir anda ağzım dolgu, kanal doldu.
Neyse, diş taşı temizliği yapılırken yanaklarımı gördü doktor. Telaşlandı, hocasını çağırdı. Fotoğraf çekildi, öncesi sonrası yapılacakmış. Bir sürü doktor toplandı başıma. Öyle olunca ben de korktum haliyle. Bir de beni stajyer diş tabibine vermediler çünkü kalpti, tiroitti bir sürü hastalık var bende. Stajyer olsa nasıl telaşa gelirdi ve getirirdi kim bilir. Sonra doktor, dermatoloğa yönlendirdi çünkü önceki biyopsi raporumda doğru düzgün bir hastalık adı yokmuş.
Bir ay dermatologla uğraştım. O da hocasına götürdü beni. Biyopsiye bir de biz bakalım dedi. Yanak içerisindeki sünger görünümlü beyaz pütürleri görünce likenden şüphelenmiş o da. Bir kere incelenen biyopsi, ikinci kez inceleneceğinde ekstra ücret vermek gerekiyormuş, devlet karşılamıyormuş çünkü. Neyse sonunda lökoödem çıktı. Kötü bir şey değilmiş, nedeni de bilinmiyormuş. Kenacort-a verdi yine. Bir ara teyzeme söylemiştim ilacı, "aa diş doktorum bana da verdi, içinde kortizon var onun, kullanma çok" demişti. Çok fazla bir kortizon değilmiş o. Şimdi de dil altımda var bir şeyler; dilimi dışarı çıkardığımda altı sanki dişim sivriymiş de oraya sürtüyormuş gibi acıyor.
Son tiroit kontrolümün üzerinden 6 ay geçmişti, bir de onun kontrolüne gittim Gazi Üniversitesi Hastanesine. Yine 6 tüp kan verdim; hoş, bu seferki azdı, daha önce 9 tüp vermiştim. Bir de ultrason istenmişti ama randevusunu 5 ay sonrasına alabildim. Özelde baktırıp kendi doktoruma götürmeyi planlıyorum. Kan tahlili sonucunu bugün gösterebildim: hashimoto tiroidim kontrol altında ama kansızlık var ve en önemlisi karaciğerde yağlanma çıkmış! Dedi ki doktor: burada önemli olan bu yağlanma, mutlaka bir gastroentrolojiye görün, bir de diyetisyenimize uğra.
Buyur.
Zaten geçen ay, sağ üst bacağımda ve dizin biraz altında şişlik hissedip genel cerrahiye koşmuştum; onlara da bir dokundu doktor, hop lipom dedi. Şaştım kaldım, nasıl bir dokunmayla anladı diye. Sonra kan tahlili yaptı, trigliserid yüksekmiş. Başka bir şeyden şüphelense baktırır ve söyler diye düşündüm.
BİTMİYOR.
Spora da başlayamadım hala.
Diyet listem var aylar öncesinden kalma ve 1 hafta uygulayıp bıraktığım. Ben hayatımda hiç diyet yapmadım ya (insülin direnci varken bile.). Yapmak da istemiyorum ama zorunda kalacağım bu sefer sanırım.
26 Mart 2016 Cumartesi
Gerisini n'apacaksın?
Neyi anlatayım?
Bir şey anlatmaya kalksam samimiyetsiz ve yalancı oluyorum.
Bir şey anlatmasam şımarık oluyorum.
Anlatacak çok şeyim var, dertliyim. Ama bunların hiçbiri sizin için dert değil. Bunların hiçbiri daha önce konuşulmamış şeyler değil.
Çözüldü diyorum, değişecek bir daha öyle hissetirilmeyeceğim diyorum; yine aynısı oluyor.
Ben kalkıyorum, sen uyuyorsun; uyan diyorum, hayır diyorsun, yalnız kalıyorum sanki tüm hafta yetmiyormuş gibi; geliyorsun, uyuyorsun, iki kelam etmek istesem yorgunsun haklısın, uyanıyorsun yanına çağırıyorsun, geliyorum, sen kalkıyorsun hemen, "e çağırdın?" oluyorum; sen yiyorsun,ben ondan yemek istemiyorum, azar işitiyorum. Sarılıyorum, sıkılıyorsun; öpüyorum, uyuyorsun; sırnaşıyorum, kaskatı kesiliyorsun: "Hareket etmezsem gider; laf edersem ağlar, hiç çekemem."
Zorunda kaldığın için bir şey yaptığında kendinden nefret edersin. Biliyorum. Susmam için de elime bir şey verirsin, ben onunla 1 hafta yetinir, seni rahat bırakırım, kafanı dinlersin. Sırf zırlamayayım diye kendin olmazsın.
Ama boş ver, ben anlatmayacağım. Bunun için samimiyetsiz, yalancı, şımarık oluyorsam da olayım.
Suçlu ben olayım. Yeter ki sen temiz ol, yeter ki senin vicdanın rahat olsun.
İte kaka da olsa, mutlu olmasa da, aşk yoksa da gidiyor işte... Gerisini n'apacaksın?
Yapay Aydınlık
Sıcak bir gün. Nemli ya da yakan bir sıcak değil.
Sıcak, ama esintili. Ne üşüyorsun, ne bunalıyorsun.
Akşam.
Şehirden epeyce uzakta olan olan evimizin kocaman bahçesindeki geniş talvarı ışıklandırmış annem.
Karanlığı apaydın yapmış minik ama bir sürü sarı ampul.
Bütün masaları birleştirmiş, üzerinde kocaman bir beyaz örtü sermiş. Sanki tek bir masaymış gibi görünüyor.
Ne yemekler,mezeler,tatlılar hazırlanmış, ne içecekler konulmuştu masaya.
Büyük bir kutlama olacağı belliydi.
Annemle pek konuşmayız. O bana anlatmaz, ben de ona anlatmam.
Despottur da zaten kendisi. Her şeye mantıklı bir açıklama bekler, onun dediğini yapmak şarttır. Çağ dışı bir görüşü yok elbette fakat biraz geleneksel olabilir. Yeniliği önce yargılar, tartışır ve kabul etmez fakat sonra benim üzüldüğümü görünce yumuşar.
Ama dediğim gibi, çok konuşmayız.
Bu kutlamanın da tam olarak en olduğunu anlatmamıştı. "Kutlama" demişti sadece.
Tanıdığım ve sevdiğim, neredeyse herkes buradaydı. Tesoro ve ailesinin yanında, birçok eşcinsel arkadaşım ve onların durumlarından haberdar olmayan aileleri de vardı.
Annem plağa yumuşacık bir müzik koymuş.
Herkes gülüyor, konuşuyor, yiyor. Bardak tokuşturma sesleri, çatalların tabaklara sürtme sesleri...
Biz, biraz daha genç kesim olarak masanın sağ tarafında toplanmıştık. Tesoru'nun yanında oturuyordum elbette. Heyecanlıydık. Ailelerle beraber hiç bir araya gelmemiştik. Ya ben onun ailesiyle ya da o benim ailemle ya da sadece aileler, biz yokken. Nasıl da mutluydum! Ne zamandır görüşemiyorduk... Ne o vakit bulabiliyordu okulundan, ne de ben. Kutlama sonrası, ona sarılacağım anı iple çekiyordum!
Annemden telefonunu rica etmiştim. Benim telefonum pek özellikli değildi onunkinin aksine. Benimkini de ona verdim bir süreliğine. Tesoro ile ben telefonda bir şeylere bakıyorduk. Gülüşüp, büyüklerden birisinin bizi göreceği korkusuyla da olsa uzun uzun bakışıyorduk; konuşmadan o kadar çok şey anlatıyorduk ki birbirimize! Dokunmak istiyordum ama kendimi tutuyordum. Kızlar da o sırada Suzi'yle uğraşıyorlardı. Suzi birden patladı ve karanlığa doğru koşmaya başladı. Yalnız kalmaması gerekiyor Suzi'nin çünkü ne kadar pamuk kalpli biri de olsa pek de aklı yerinde olan birisi değildi. Tesoro, ben ve Dem daha onu aramak için masadan kalktık.
Bir süre sonra Suzi'yi bir köşede çömelmiş ve ağlıyor halde buldum. Konuştum, bahçeye dönmeye ikna ettim.
Masaya döndüğümde, Dem de gelmiş oturuyordu. Tesoro henüz dönmemişti. Neredeyse yarım saat olmuştu ama hala ortada yoktu. Anneme sordum. Hiçbir şey söylemeden bana kendi telefonumu uzattı, mesajlar bölümü açık bir şekilde. Masanın uzağına çağırdım, neler olduğunu anlatmasını istedim. Suratındaki ciddiyet hiç bu kadar fazla olmamıştı. Bakışlarıyla bile canım acımıştı. Tesoro ile aramızda olan her şeyi öğrenmiş ve onları kutlamadan göndermişti.
-Bir daha asla onlarla görüşmeyeceksin. Telefonunu da elinden alıyorum. Sana yeni bir hat ve telefon vereceğim.
Buz gibiydi. Ne kızıyor gibiydi ne de üzgün. Sadece o ciddiyet.
Hani ayaklardan kafaya doğru bir sıcaklık çıkar ya korktuğun zaman, o an birden bire tüm her yerimde hissettim ben o sıcaklığı.
Kalbim hiç bu kadar hızlı atmamıştı! Ayaklarım beni terk etmek üzereydi sanki. Gözlerimi kırpamıyordum çünkü göz kapaklarım kapandığı zaman açılmak bilmiyordu.
-Anne nolur! Nolur! Yalvarırım anneciğim nolur!
Annem telefonumla birlikte masaya geri döndü.
Olduğum yerde dizlerimin üzerine düştüm.
Ağladım!
Nefesim kesildi ama ağlamamı kesemedim.
Onu bir daha göremeyecek olma düşüncesi... Korkunçtu! İnanılmaz acı veriyordu! Kalbimin, iç organlarımın acımasının yanında cildim de acıyordu!
Acıdı.
Çok, çok acıdı...
Ne son kez öpebilmiş, ne sarılabilmiş, ne de veda edebilmiştim.
Oracıkta toprakla bir olmak istedim.
İl dışında yaşıyorlardı onlar. Ona ulaşabileceğim hiçbir yer yoktu... Telefonunu da bilmiyordum ezbere, posta adresini de... E-posta da kullanmıyordu.
Belki o beni arardı ya da yazardı... Ama ulaşamazdı ki bana... Numaram onda olmayacak, mektup atsa annemi geçip bana ulaşmayacak...
...
Bir daha gülemedim...
Hiçbir zaman, hiçbir şekilde, bir daha gün aymadı...
Hep, o sarı ışıklarla aydınlatılmış yapay gündüzde yaşadım...
24 Şubat 2016 Çarşamba
Canım annem
Şu hayatta beni en çok ve karşılıksız sevebilen insanların en başında annem var.
Annemden uzakta doktorlara gidiyorum ve sonuç beklerken kendimi o kadar yalnız hissediyorum ki... Birkaç yıl öncesine kadar hep annemle gittim doktorlara, hem annem tuttu elimden. Ama artık büyüdüm, tek başımayım.
Geçen hafta beyin MR'ı çekildi. Baş ağrısı, baş dönmesi, baş uyuşması, kulak uğultusu/çınlaması, mide bulantısı, denge kaybı, gözlüğe rağmen bulanık görme şikayetlerim yüzünden nöroloğa gittim. Zaten her 2 yılda bir, bir şey hissedip gidiyorum nöroloğa. Muayene etti ve beyin içi basınç artışı görmediğini fakat asıl sonucun MR ile belli olacağını söyleyip MR'a yönlendirdi. Bugün, öğleden sonra çıktı sonucu. Bu bir hafta, sonuç bekleme süreci oldukça sancılıydı. Uyuyamama, uyuyunca kötü kötü rüya görme, her an korku, her şeyden "hah bende de var" diye sonuç çıkarma...
Kağıda yazılmış olarak değil de, film şeklinde olmasını çok istedim, böylece o siyah-beyaz şeyden bir şey anlamayacaktım. Kağıda yazılıydı. Neye rastlanmış, ne normalmiş her şey yazıyor. Tıbbi terimlerde tabii. Baktığım gibi ayaklarımın vücudumu boşlaması bir oldu.
"Bilmem nerede 10 mm çapında kist saptanmıştır."
Hastaneden bahçeye nasıl çıktım bilmiyorum. Çıktığım gibi bir boş alan bulup çömdüm ve ağlamaya başladım.
Al işte!
Annemi aradım. Canım annem de telaş yaptı ben ağlayarak konuşunca. "Kızım merak etme, sen o sonucu doktoruna bir göster, sonra ne gerekiyorsa yaparız. Özel doktora götürürüm, profesörlerden randevu alırız, Ankara'da iyi doktorlar var. Korkma, tamam mı?"
Sonra, daha önce doktora beraber gittiğim arkadaşım aradı, o da ben ağlayarak konuşunca meraklanmış ve ağlamış öğrencilerinin karşısında. Birkaç arkadaşımla daha konuşuyordum, onlar da aradılar ve telaşlandılar ben öyle olunca.
Doktora gösterdim. Beynimde bir şey olmadığını söyledi. "Kist, genelde böyle MR'larda çıkıyor, bir KBB'ye görün dedi." Sonra Özgemin iş yerindeki eski baş hekim, sonucuma bakıp korkulacak bir şey olmadığını, KBB doktoru gerekirse o kisti basit bir ameliyatla alabileceğini söyledi. İçim rahatladı. KBB'ye görüneceğim; zaten 8 Mart'ta kontrolüm vardı. MR'a beraber gittiğim arka
daşımın annesi de eczacı, o da rahatlattı kistler kansere dönüşmez diye.
Eve gelene kadar metroda, merdivende, yolda, hastanede, bahçede ağlayıp durdum. İyi haberler aldıktan sonra da annemin sözlerine ağladım. Ben yalnız değilim ya. ANNEM YANIMDA BENİM. Evde de durduk yere annemin o rahatlatıcı sözlerini hatırlayıp ağladım.
Bak yine geldi...
Sizi bilmem ama benim annem, benim canım. Her ne kadar çok kavga etsek de, 2 günden fazla aynı evde kaldığımızda çıldırsak da, o benim canım! Çok despottur, önyargılıdır, sinirlidir ama aslında yumuşacıktır, hiç de kıyamaz...
18 Şubat 2016 Perşembe
Yazık
Bazıları gerçekten göründüğü gibidir. Gerçekten fiziki acısı vardır. Hatta belli etmemeye çalışır ki diğerlerinde olduğu gibi yalan olduğu düşünülmesin. Ama gerçekten çok acısı vardır ki, istediği kadar belli etmemeye çalışsın, en aptal insan bile ta uzaktan anlar ortada bir dert olduğunu.
Numara yapmayan kişi o kadar samimiyetsiz geliyor ki demek ki, o da oyun oynuyormuş gibi görünüyor.
Yazık...
Ha bir de anladım ki, en çirkin şeyi bile tatlı dille söylediğiniz zaman dünyanın en sıradan şeyini söylemiş gibi anlaşılıyorsunuz. Yani örneğin; sevgilinize "seni seviyorum bebeğim ama onu da seviyorum bir tanem,senin yerin apayrı ve sen hep kalbimin en güzel yerindesin ama o da bana çok iyi davranıyor,hoşuma gidiyor ama seni bırakmayacağım asla" dediğinizde, burada iki kişiyi aynı anda yürütmenin ya da bir aldatma olayının varlığı pek de göze çarpmıyor, önemsenmiyor. Sevgiliniz bunu çok rahat bir şekilde kabul edebiliyor ve size deliler gibi aşık olmaya devam ediyor.
Ama ne yazık ki ben bunu yapmayacağım! Hayatımdaki hiçbir insan, yalanı hak etmiyor. En sevdiğime, asla yalan söylemeyeceğime yemin ediyorum! Samimiyetsiz, kırıcı, sahte gelebilir; o da sizin kalbinizin takdiri...
9 Şubat 2016 Salı
Doktorlara devam!
4 ay önce başka bir hastanede ilk tiroit muayenesine gitmiştim ve beni ultrasona almışlardı. Kendi kendime, bir şey olsa ultrasonla görünür herhalde dedim. Bir şey yoktu çünkü. Ama geçmedi.
KBB'ye gittim. Burun etlerimin şişliğini daha önemli bulup, boynumla pek ilgilenmedi doktor.
Bir başka hastaneye daha tiroit için gittim. Ona da söyledim böyle böyle diye. Baya bi muayene etti eliyle, bir setlik veya topak falan bulamadı. Kasların olabilir, dedi. Annem "e artık yeter, bak kimse bir şey bulamadı" dedi. Arkadaşlarım da aynı şekilde, sürekli hastaneye gittiğimi ve bir şey olsaydı illa ki çıkacağını söylediler.
Dün KBB'ye gittim tekrar, ama bu sefer sadece boynumdaki şeyi söyleyecektim. Doktor başka yerime baksa da ben geri oraya getirecektim konuyu. Öyle yaptım. Kulağıma ve burnuma baktı önce. Kulakta egzama varmış (çok kaşınıyordu), burun etlerim çok iyiymiş ama kabuklanma varmış ameliyattan dolayı. Sonra boynumu, boğazımı inceledi, ışıklı boru tuttu boğazıma. Şişlik olmadığını söyledi ama ben ısrarla "işte bakın burada hissedebiliyorum, zaman zaman da şurada hissediyorum" dedim. Ses tellerime kadar indi o ucu ışıklı aletle. Ses tellerimin önü çok fazla kırmızıymış. Midemden ağzıma bir şey gelip gelmediğini sordu; geliyor, dedim. Zaten ben ortaokuldayken de reflü olduğumu söylemişlerdi ama öyle fazla bir tedavi olmadım. Gıcık var mı, daha çok yemeklerden sonra mı oluyor ağzına bir şey gelmesi, kaşınıyor mu, yanma veya batma var mı, dedi. Gıcık, boğaz temizleme isteği, ağza yemek gelmesi var, dedim. Faranjit de vardı bende, dedim ama faranjit değilmiş o. Miden yüzünden oluyor, dedi. Sadece sağ tarafta hissetmemin sebebi de, sürekli sağ tarafıma yattığımdan o mide şeysinin sağ tarafı daha çok etkilemiş olmasındanmış. Mide ilacı verdi. Boğazımda hissettiğim o tokluk, midem yüzünden çıktı. 1 aya hepsinin geçeceğini ve merak etmemem gerektiğini söyledi, güzel de rahatlattı. 1 ay sonrasında belki boğazımın tedavisine devam edermişiz.
Gaviscon, Raneks, Elocon, NazalNem kullanmaya başladım. 1 ay sonrasında göreceğiz bakalım.
Şimdi de baş dönmem, beynimin uyuşması hissi, boyun ve omuz ağrım, kulak uğultum, yerin ayaklarımın altından kayması, yerin yumuşaması ve kafamın ağır gelmesi var. 2 ay öncesinde de hiç çekmediğim kadar baş ağrısı çekmiştim 1 gün boyunca ve ağrı kesici de etki etmemişti. 2 gün önce de başım ağrıdı uyanınca. Bunların hepsini internete yazıp araştırınca ne çıktığını tahmin edersin. Korktum, perşembe gününe nörolojiden randevu aldım.
Cuma günü de, Hacettepe Hastanesi'ne diş için gideceğim. 2 yıldır ağrıyordu dolgum. Ne zaman randevu almak aklıma gelse, ta sınavlarıma randevu günü veriyorlardı. Bu sefer erkene verdiler.
2 Şubat 2016 Salı
Savun
Umarım biliyorsunuzdur, "bu konuyu kapatalım" deyince konunun kapanmadığını. Siz, "konuşmak istemiyorum, sinirleniyorum,kapatalım" dedikçe o şey karşınıza hep çıkacak. Sinirlendikçe sinirleneceksiniz, ilgili kişiler de sinirlenecek. E kısır döngü bu.
Sen saklamak için terliğin üstüne örtü örtersin, o da bir rüzgarla ortaya çıkar. Onu neden sakladığını, ne olduğunu, nereye ne zarar verdiğini, detaylarını anlat ki örtmene bile gerek kalmasın, bir daha karşına çıkmasın. Haklıysan kabul ettir ve ömür boyu utandır, haksızsan kabul et ve ömür boyu utan.
Sert ama öyle oluyor bazen...
Siz sert olamıyorsunuz...
24 Ocak 2016 Pazar
Aynı
"Ben bir önceki sevgilimi aldattım." dediyse, sizi de aldatacaktır.
"Eski sevgilimden bir başkasına aşık için ayrıldım." dediyse sizden de bir başkası için ayrılacaktır.
"Eski ilişkime zorla devam etmiştim." dediyse sizle de zorla devam ettiği an gelecektir.
"Ben hiçbir zaman aldatmadım." dediyse sizi de aldatmayacaktır.
"Eski ilişkimde ipleri elinde tutan bendim." dediyse siz ne kadar isteseniz de ipler onun elinde olacaktır.
"Ben uzun ilişki yaşayamıyorum." dediyse sizinki de uzun olmaz.
"Ben bağlanamam." dediyse, bağlanamaz.
"Evlilik bana göre değil." dediyse, belki ben fikrini değiştiririm diye düşünmeyin, evlenmez.
21 Ocak 2016 Perşembe
Bıktım be!
Rüyamda bile aldatılıyorum sürekli.
Orada bile terk ediliyorum!
İnsanın rüyasında güzel şeyler olur, mutluluk olur, evlilik olur, seks olur, başarı olur vs. Bense anca aldatılırım, anca terk edilirim. Aynı gerçek hayatta da olduğu gibi. Sonra da ortalığı yıkar geçerim, rüyamda olduğu gibi...
Birkaç gündür içimde o 3 yıl önceki iğrenç his var. O korkunç duygu! O, kulaklarımla bile duyabildiğim, kalbimin paramparça oluşu! Bir şey göğsüme oturmuş, kalbimi tırmalıyor gibiydi. Tuvalette ağlıyorum, balkonda ağlıyorum, kahvaltıda bağırasım geliyor ama tuvaletim geldi deyip orada gözlerim kıpkırmızı olana kadar ağlıyorum, yalnızken hep ağlıyorum... Korkunç ya. KORKUNÇ!
Allah'ım, sana yalvarırım o duyguyu bir daha yaşamayayım ya... Düşünmesi bile çok acıtıyor canımı. Off...
O berbat hissi bir daha yaşamaktan ölüm gibi korkuyorum ya! Tekrar gelecek, biliyorum ama kendimi buna hazırlayamıyorum. Hazırlamak istemiyorum.
Ne fala, ne burçlara inanırım iyi bir şey çıktığı zaman; ama kötü bir şey olsun hemen "ya olursa?" diye kafayı takıyorum. İyi şeyler gerçekleşmedi hiç, kötü şeylerse hep başıma geldi. Hep korktuğumdan işte. O şeyi düşüne düşüne başıma çekiyorum. Evrenin enerjisi diye bir şey var. Eski mesajlarımızı okudum -temizlemek istemiştim telefonu, ağustos 2015'te teyzem kahve falıma bakmış. Kim bilir neler neler dedi ama ben sadece bunu sevgiliye yazmışım: Mayıs haziran (2016) gibi kedi, fare gibi bir şey görüyormuş teyzem; kedi ihanettir. Cevap gelmemiş tabii ki de. Ben de vermezdim, eski sevgili sürekli fal baktırır ve bir şeyler çıkarırdı ve onun bu çıkarımları sıkmıştı beni. Aynısını ben yapmaya başlamışım resmen. Sonra sevgili, 2016 burç yorumlarını okuttu. Benim için denilmiş ki, haziran ayı içerisinde ayrılık var; ona da denilmiş ki, haziran temmuz gibi yeni bir aşk var. Sonra bir yakın arkadaşımız, Ankara kalesini gezmeye gittiğimizde kahve falına şöyle bir bakmıştı ve dedi ki: sevgilinin önünde bir kadın var, bacağını uzatmış ona doğru.
Olur mu öyle şey diyorsun ama, biz de birbirimize 18 günde bağlanmıştık...
Evet, biliyorum. Çok saçma bu düşündüklerim. Paranoya. Delilik. Günümü, anımı yaşamam lazım; kötü şeyler olacak diye korkmamam lazım yoksa hayat geçmez, değil mi? Biliyorum. Ama yapamıyorum. Bir gün yapsam, ikinci gün korkudan titriyorum. Ya o zamanki yaşadığım şeyi, o ödlek insanlar yüzünden yaşamak zorunda olduğum şeyi kimse bilemez... Ne kadar canımın yandığını, vücudumun dayak yemiş gibi olduğunu, hafızamın artık bir şeyleri hatırlamamasını istediğimi... KİMSE BİLEMEZ. Yaşayan, tahmin edebilir sadece. Yaşamayana bu korku aptallık, abartı olarak gelir. Bir yıl oldu, zaman geçtikçe daha çok sevip daha çok bağlanıyorum ve zaman geçtikçe bu korkum katlandıkça katlanıyor. Antidepresana yeniden başlamam gerekiyor sanırım. Çünkü böyle taktıkça, hakikaten yaşanmaz. Kalbimin acısını sırtımda hissediyorum ya!
11 Ocak 2016 Pazartesi
Hayata dair bir şeyler
Hayat bir taraftan güzel, bir taraftan acı. İki gün güzel giderse, 3. gün mutlaka bozulur. Bir iyilik yaparsa bir de kötülük yapar. Hiç de şaşırtmaz bu konuda. Biraz yükseltir, sonra yere vurur. Düşüşünün gücünü arttırır mutlaka. Sadistçe de bir zevk alır bundan.
Böyle olunca da karamsarlığa düşürür insanı.
Hele ki seçtiğin yol arkadaşın, hayatın seni yere düşürmesine yardım ediyorsa.
Hele ki sen merdiveni tırmanmak isterken o, senin inmeni istiyorsa.
Hele ki hayatla iş birliği yapıp üzerine geliyorsa,tepende durup sana bağırıyorsa...