29 Temmuz 2015 Çarşamba

Olmaz

Ben hala sinirleniyorum ve sakin kalmanın bir yolunu bulamıyorum. Ne zaman düşünsem, çıldırıyorum. Allah'ım yardım et ya!

Şu düşünceleri kafamdan atmama yardım et!
Sakin kalabilmeme yardım et, bir daha üzülmeyeceğimin garantisini ver, bi şey göster!

27 Temmuz 2015 Pazartesi

Memlekete geldim

Sıcağından korka korka Mersin'e geldim iki gün önce. Sabah 6'da indiğim için sanırım çok fazla nem hissetmedim ama sıcak vardı elbette. Evde durduğum zamanlarda da sıkıntı yoktu. Bugün dışarı çıktım, alışverişe. Donumdan ter aktı! Alnımdan akan burnuma kaçtı, gözüme girdi, arada yedim falan. Alnını silmek için elini yüzüne götürüyorsun ya, elin yapışıyor oraya. Öyle bir gıcık bir nem! Esen yere geçiyorum, esiyor ama sıcak esiyor. Korkunç bi şey! Bir balonun içinde nefes almaya çalışıyormuşum gibi. Yetmiyor hava.

Bunun üzerine bir de asansör bozuldu! 15. katta oturunca da, 18*16 merdiven ve her gün 2 defa indik çıktık.

Dün annemin kuzeninin kızının düğünü vardı, kendisi benden 4 yaş küçük olur. Oraya gittik. Tüm birinci dereceden ailemi gördüm orada. Hepsini bir anda çıkardım yani. Beni uzun süre görmeyen ailemden bir iltifatlar geldi ki! Herkes mi güzelleşmişsin der? Kilo aldım diye çirkinleştim sanıyordum. Suratın oturmuş, çok güzel olmuş, pürüzler gitmiş falan diye diye benim toto havalandı söylemesi ayıp. İzmir büyükleri de beğenmişti zaten. Var bi bildikleri demek ki.

20 Temmuz 2015 Pazartesi

İzmir'de bayram

Koala'mla İzmir'e ailesinin yanına gittik bayramda. Benimkilerden izin alması sıkıntılı olmuştu biraz ama anlattım güzelce ve 1 ay sonunda tamam diyebildiler; teyzemi falan da araya kattım tabii.

Ailesindekiler, İzmir'de tek bir mahallede oturdukları için bayram ziyareti 1 günde bitebildi. İlk günün sonunda, uykusuzluktan beynim kapalı olmasına rağmen gitar bile çaldım onlara. Sesim götümdeydi tabii. Utandım falan. Utanmaz ben, utandım. (!)
Sonrasında da gezme olayları başladı.

İki de kedi vardı evlerinde: Moş ve Başgan.

[caption id="attachment_190" align="aligncenter" width="225"]Moş ve Başgan Moş ve Başgan[/caption]

 

15 Temmuz 2015 Çarşamba

Ben meğerse iyileşmemişim henüz

mutlu kutu


Antidepresanın dozunu azaltmak bile bana yaramadı. Bırakmayı nasıl düşündüm ki ben? Herkes farkında değiştiğimin. Bir şeyleri fazla takma, çabuk sinirlenme, fazla duygusallık... 60'lığı ilk aldığım zamanlardaki gibiyim.

Ben de farkındayım artık saçmaladığımın. Hiçbir şeyi takmayan Giz'i özledim açıkçası. Kendime hayran olacak kadar cool olabiliyordum. Hahah. Tedavi olduğumu düşünüyordum. Bırakmak istedim. Gel gör ki, 30'luğa düştüğü anda eski halim geri geldi. Daha enerjik, daha az uykulu ama aynı eski stres,aynı eski hastalık korkusu! Mersin'e gidince psikiyatrımla görüşeceğim. "Bırakınca eski halime döndüğümü kendi gözlerimle gördüm, hatta şahitlerim de var!" diyeceğim. Bu ne ya? Tiroit kontrolüne gideceğim diye dünyayı yıktım! Olacak şey mi?!

Bu antidepresanın bana sağlık açısından getirdiği kötülük çok ama en azından mutlu oluyorum. Hayattaki en büyük amacım, isteğim de bu olduğuna göre, gerisi önemli değil. Belki ilacın dozunu tekrar yükseltmez, terapiye yönlendirir; mutlu olacaksam kabul elbette!

Hayır o kadar ki, günlüğüme şöyle bir bakıyorum, 3 ay içinde hiç yazmadığım kadar şey yazmışım. OHA GİZ.

14 Temmuz 2015 Salı

Teninden ayrılması çok zor.


İşteyken özlüyorum, uyurken özlüyorum, tuvaletteyken bile özlüyorum! 1 buçuk ay nasıl ayrı durabileceğim?

Canım sıkılmaya çoktan başladı. Kaç gündür, ne yaparsam kendimi oyalarım da özlemim biraz olsun diner, diye düşünüyorum. Aslında yapacak şeyim çok fakat akşamları onsuz yatağa girecek olmak böyle düşünmeme sebep oluyor sanırım. Ben özledikçe ağlarım ki. Mezun olduktan sonra memlekete döndüğü ve bir daha gelmeyeceğini düşündüğüm zamanlar ne kadar da zordu... En azından benim için. Eksilmiş ve bir daha tamamlanamayacak gibi hissediyordum... Bu sefer daha uzun süre dokunamayacağım ona ama kesin olarak tekrar yanına geleceğimi biliyorum.

Dün çok yorgun gelmişti işten, yemek yedik, hemen uyumaya geçtik. Şekerleme yapmaktı amacımız ama ben uyandım,o devam etti. Haliyle ne doğru düzgün konuşabildim, ne de sarılabildim. Bunu, bir gün yapamadım diye böyle mutsuz hissedince, ta eylüle kadar nasıl bekleyeceğim diye korkmadan edemiyorum tabii. Bir de Ankara'da yalnız başına kalacak... Benim kadar sıkılmaz neyse ki, haftanın 6 günü işte.

Akşamları nasıl uyuyacağım ben? Kokusunu hissetmeden, tenine dokunmadan, sesini duymadan... Düşündükçe içim daralıyor be of!

Dün gece, bu gecenin, eylüle kadar sarılıp uyuyabileceğimiz son gece olduğunu düşünüp durdum. Kokusunu iyice içime çektim. O kadar ki, kafamı çevirdiğimde sadece onun kokusunu hissettim. Bayramda onun memleketine gidiyorum ben de. Biraz daha olsun onunla vakit geçirebilmek için.



Sanki gören duyan da hiç görüşmeyeceksiniz sanır! Kendine gel Corcina!
Üzerindeki şu gerizekalı duygusallığı at artık!

11 Temmuz 2015 Cumartesi

Doktordan geldim.



9 Temmuz geçti.

GEÇTİ.

Sabah, ultrason randevuma gittim. 9 buçukta oradaydım. Uzmana elimizdeki kağıdı vermek gerekiyormuş. Bunu insanlar da bilmiyordu. Herkesin de randevusunun nedense 10'da olduğunu öğrendim! "Kağıt verin" dedi biri, herkes hurra adamın kapısından içeri daldı. Benden önce gelenler önüme geçti ayı gibi!

ULAN BİZ BOŞA MI ERKEN GELDİK?
BİZE BOŞA MI RANDEVU SAATİ VERİLDİ?
BİZ BOŞA MI SIRADA DURUYORUZ?

İnsanlık yapıp adamın, odasından çıkmasını beklerken ben, millet bodoslamasına daldı. Ben deli oldum tabii. Bu bir.

Kapıyı kapattı adam, ben kağıdımı veremeden. İçerideki hastanın çıkmasını bekledim, saat daha 9:50'ydi, "nasıl olsa randevuma 10 dakika daha var, sorun yapma Giz" dedim. Bu sırada birisi daha geldi. Kadın bana sordu, kağıdı vermemiz gerekiyor mu, diye. Uzman çıkınca verdik ama yine benim önüme dalındı. Randevum daha önceydi eminim; adam kadını aldı içeri! Bu iki.

Beni aldı bir ağlama; zaten stresliyim, duygularım saçma sapan! Kendimi sakinleştirdim ama sürekli kapıya bakıyorum böyle, ha açıldı ha açılacak! Kalbim yerinden çıkacak gibiydi.

Girdim, uzmana anlattım derdimi; korktuğumu söyledim. Ultrasonun önemli olmadığını, bu tür şeylerde hormon değerlerime bakılması gerektiğini söyledi. Onu da zaten sürekli yaptırıyordum, biraz da olsa rahatladım. Sonucuma bakınca, nodüllerle ilgili bir şey yazmadığını gördüm. Sadece tiroidimin büyüklüğünü yazmış gibiydi. Benim anlayacağım dilde yazmamış da olabilir.

Doktora göstermeye gidince, doktorumun sadece öğleden sonra sonuç baktığını öğrendim, bir de ona sinirlendim.

Öğleden sonra gittim. Doktor da sinir etti beni. Sonuçlarımın çıktısını almam gerekiyormuş. Halbuki bana, doktorun bilgisayarına düşeceği söylenmişti. Koştur koştur sonuç aldım. Sorunumu sordu falan. Hiçbir şey söylemeden ilacımın dozunu düşürdüğünü ve 29 Temmuzda da tekrar kan vermem gerektiğini söyledi. İlaç işe yarıyor mu yaramıyor mu onu görecekmişiz. Mersin'de vereceğim onu artık.

Ultrason uzmanı, "sende hashimoto var daha çok" demeseydi ben hiçbir şey bilmeden saf gibi kalacaktım ortada. Sonuçlar tatmin edici değildi, bu yüzden Mersin'deki doktoruma her şeyi soracağım. O beni dinliyor ve çok tatlı da anlatıyordu en son...  Ama kendime biraz da olsa geldim vallahi! Ona buna çatmayı bıraktım en azından.

Çok şükür yarabbim. 

9 Temmuz 2015 Perşembe

Kaybetmek, kaybolmak...


Ben sana demiştim Corcina. Bu kadar yüklenme, bu kadar yükleme...

Anlaşılmazsın.
Anlamazlar.

PMS'lerim yine çok zorlu geçiyor. Çok kırıyorum, çok daha kırılıyorum. Zaten çok da önemi olmayan değerim, iyice ayaklar altına iniyor. Sevilmekten çok nefret ediliyorum. Hem de en sevdiğim tarafımdan... Hep böyle olur zaten. Sevdiklerini kırmaktan korkmazsın, ya da daha kolay gelir sevdiklerini kırmak. Affedecektir çünkü seni illa ki.

Onu elimden alacaklar diye ölüp ölüp diriliyorum. Yıllar sonra, beni kendime getiren o kadının, kalbini çelecekler diye ödüm kopuyor! Aklı karışacağı için kendisi bile korkuyor, ben nasıl korkmayayım?

Çok fazla kıskanmaya, ön yargılı davranmaya, sorgulamaya başladım:
Herkesle konuşuyor, herkesle yazışıyor diyorsun ya,o gün sırada beklerken o kadın, kendi arkadaşlarıyla konuşurken sen neden kendi arkadaşlarını, BENİ bırakıp da onun yanına gittin? Ben senin sevgilinim... Kimse bilmese de o an da öyleydim. Ben seni her saniye özlerken, konuşmak için can atarken, sen beni arkada bırakıp o adamın yanına gittin. O da, o kadınlar değil, seninle konuşuyordu. Aynı şeyleri bir daha yaşayacağım diye aklım çıkıyor, anlamıyorsun! Herkes aynı değil elbette ama ya bu da arkadaşın gibi yaklaşıp sonra seni kandırırsa? Senin karakterin daha güçlü, evet, biliyorum ama korkuyorum yine de.

Ben zaten kendim yüzünden acı çekiyorum, neden bir de sen vuruyorsun? Neden arkadaş edinmek isterken beni yaralıyorsun?


Kanatlarım yine kırılacak, bu sefer kaldıramayacağım diye çok korkuyorum. İlki, kalbimdeki şu zıkkımı ortaya çıkardı, ikincisi başka neyi ortaya çıkarır bilmiyorum. Sahi, kaldı mı ki başka bir şey?



Gözlerim acıyor. Açamıyorum.

Kim daha değerli?

Sevgilisi yokken seninle bolca konuşur, her gün hal hatır sorar, her yere çağırır, hep yanına gelir. Sevgilisi olunca sen kaybolursun. 

Hani "arkadaş"ındı?

Yeni tanıştığınız ya da iyi tanıyamadığıız insanlar yüzünden çok sevdiğinizi söylediklerinizi veya sizi hakikaten çok sevenleri kolayca kırabiliyorsunuz.

Harikasınız.

8 Temmuz 2015 Çarşamba

Kendini sorgula bir bakalım

Sanıyorlar ki "cool" olmak; sevdiğinin ağzına sıçmak, sevmiyormuş gibi davranmak, aldatmak. Bu bir kere şerefsizliktir! Ben görmedim çok seven bir insanın "cool" davranabildiğini. Şimdilerde "cool" demek, umursamaz olmak demek. "Cool" davranan bir sevgilin varsa bil ki seni sevmiyor. Hoş, insanlar da kendilerini sevmeyenlerin peşinden koşmaya bayılırlar! Nerede bir aldatan, nerede bir it gibi davranan var peşi bırakılmaz! Ama iki şikayet et, iki üzül; hemen terk edilirsin ya da aklın karışır. Bir de aklın karışması olayı var. Sen sevginden veya düşüncenden eminsen, başkasının lafıyla neden aklın karışsın? Demek ki senin aklın zaten karışık... Terazinin o tarafına bir tık daha bir şey konuldu mu hemen ağır basıyor. Kendinden emin insanın aklı karışmaz. Kendinden emin insan ego peşinde koşmaz.

6 Temmuz 2015 Pazartesi

Cehalet, mutluluk ya!

IMG_20150506_1309252015 içince tiroid nodüllerimin kontrolüne hiç gitmedim. Kan tahlili sonuçlarım iyi çıkınca ultrasona göndermeleri için bir şey demiyordum ben de. Doktorum da ilacımın dozunu değiştirmemişti. 100 mcg Levotiron'a devam ettim.

Son zamanlarda boğazımda bir şey hissetmeye başladım. Her yıl ara ara hissederdim ben onu. Kulağım yüzünden boğazım ve lenf bezlerim şişerdi. Bu sefer korktum, çünkü 9 aydır kontrole gitmemiştim.

Annemden eski ultrason ve sintigrafi sonuçlarımı istedim. Okuyup ne olduklarını araştırınca, kötüleşebilecek tipte olduklarını gördüm. 3 defa kontrole gitmişim; bir büyümüş, bir küçülmüşler. En son, "sağda 110x3 mm izoekoik nodüler alan" yazdığını gördüm ve çıldırdım! 110 mm demek, 11 cm demek! 4 cm'den sonrası tehlikeli. E benimkiler de yatkın buna. Beni sardı bir korku... Zaten hissettiğim ağrı/şişlik de sağ taraftaydı. Başladım ağlamaya ama durduramıyorum kendimi.

Ya kötü bir şey çıkarsa?
Ama ilacımı çok düzgün kullandım ben!
Allah'ım n'olur kötü bir şey olmasın!


Bugün doktora gittim. Annemin yolladığı eski sonuçlarımın çıktısını almıştım;onları ve cuma günü sağlık ocağında yaptırdığım kan tahlili sonuçlarımı götürdüm. Doktor, eski sonuçlarımdan hiçbir şey anlamadığını söyleyip durdu. Kan tahlilimi de beğenmedi. Kontrol için biraz geç kaldığımı söyledi. Yeniden dosya açmak gerekirmiş. 6 ay değil, 6 hafta da bir; hatta duruma göre 3 haftada bir kontrole gitmem gerekiyormuş!

Ulan ben ultrasona o kadar sık girersem zaten hasta olurum ki amk! 

Doktor da iyice korkuttu. Hastanede ağladım ağlayacağım! Oradan oraya yürüyorum, derin nefes alıyorum, kendimi sakinleştirmeye çalışıyorum falan. Sonra telefonda Koala ile konuşurken sesim titremeye başladı. Annemle konuştuğumda da "Doktor baştan bakmak istiyor demek ki," dedi. "Ankara'daki doktorlar daha iyidir hem."

Doktor bir arkadaşıma yazdım. Ankara'daki devlet hastaneleri nasıl, dedim. Hepsi aynı bok, dedi. Hah al işte. Sonuçlarımı aldığımda ya tedaviyi düzgün yapamayacaklar, ya sonuçlarım berbat çıkacak, ya da bir saçmalık olacak illa ki!

Tam da sınavlarım falan bitmişken, Cymbalta'yı da bırakmak için psikiyatra gideyim diyordum. Kendimi hiç iyi hissetmiyorum ki bırakayım!

Ha bu arada, ultrasonla tiroitlerime bakmak için de 9 Temmuz'a randevu verdiler. Buyurun. İki bakıp görüntü alacak ve yorumlayacak diye de ebesinin şeyine randevu veriyorlar ki daha da stres olalım, bir hastalığımız varsa daha da ilerlesin! 3 gün boyunca sinirden ve korkudan ağlaya ağlaya artık daha başka hastalıklara da sahip olurum. Ne mutlu.

Özel hastaneye gidiyordum Mersin'de ama artık 6 ayda bir onca parayı baymaktan bıktım. Her kan tahlili için ayrı bir ücret alınıyor. Devlet dedim, hani DEVLET yani. Onun da pek de iyi olmadığını öğrendim. Üniversite hastanesine gitsem, bana 5 yıl sonrasına randevu vermesi çok olası. Hani bakımı iyi fakat muayene olacak gün yok.

ALLAH STRES!

ALLAAH.

Deli manyak bir insana dönmüşüm ben.

Perşembe günü göreceğiz bakalım.
Nolur kötü bir şey çıkmasın!

2 Temmuz 2015 Perşembe

Ah annem...


Birkaç gün önce annemle tartışmıştık. O zamandan beri hiç aramamıştım. Bugün aradım. Kalp doktoruna gidecekti. Anjiyo istemişler önce, sonra da sintigrafi çekildikten sonra gerekirse anjiyo olmasını söylemişler. EKG'si iyi çıkmamış.

Derslerimi geçtiğimi söyledim, memnun olmadı. "Bitirmedikten sonra neye yarar?" dedi. Üzüldüm. Sağlık sorunlarım yüzünden okula gidemediğimi, sınavlarımın kötü geçtiğini ve bunu bildiği halde neden böyle söylediğini sordum. "Nereden başladın o anksiyete ilacına, ah! Ondan sonra başladı bütün hastalıkların." dedi. İlacı kullanmadan önce mutlu olmadığımı, şimdiyse gayet mutlu olduğumu ve benim için de önemli olanın bu olduğunu söyledim. Ne zaman memlekete döneceğimi sordu. Daha projem var benim deyince, "Zaten hep o bilgisayar yüzünden oluyor senin bu hastalıkların!" diye bağırdı. Kalp, insülin direnci, tiroit nodülü, kansızlığın bilgisayar yüzünden olmayacağını söyledim sakin bir şekilde. GERÇEKTEN. Bu sefer de sakin konuşayım dedim, çünkü belki öyle daha yumuşak davranır diye.

Sonra konu değişti, benim köpek almama geldi. Onunla uğraşmamı istemediğini, sürekli ilgilenmem gerektiğini ve bu yüzden de bir şeyleri aksatacağımı söyledi. Ne var yani çocuğum gibi olacak, bakarım, dedim. Çocuk olsa öyle olmaz dedi ve konu evlenmeye geldi. Ben, evlenmeme daha çok zaman olduğunu söyledim, belki de olmaz dedim, sesi titredi:
-Bir tane çocuğum var, onun da mürüvvetini göremeyecek miyim?

Bayramda da gelmeyeceksin herhalde, dedi. Onu konuşuruz, dedim. 30 dakikaya bu kadar çok şey sığdırmayayım diye düşündüm.


Benim annem neden bu kadar katı?
Neden benim mutlu olmamı istemiyor?
Neden her şeyime karşı çıkıyor?
Neden beni üzdüğünün farkında değil?
Neden biraz daha ılımlı değil?
Neden bana güvenmiyor?
Neden bir şeyleri yapabileceğime inanmıyor?
Neden herkesi, her şeyi yargılıyor?
Neden hiçbir yaptığımı beğenmeyip, her şeyime köyü laflar ediyor?
Ona kadınlardan hoşlandığımı nasıl söyleyeceğim?



Ağlamak istemiyorum artık.


Sevdiğinin seni üzmesi daha çok acıtıyor.


Onun tarafından gelen en küçük şeyler bile, olmadık acılar verebiliyor.

Bana ismimle seslenmesi hiç ama hiç hoşuma gitmiyor ama nedense son zamanlarda o kadar çok ismimi söylemeye başladı ki... Ben de dedim kendi kendime, "Sen de söyle Corcina!". Bir kere söyledim ve ne kadar zoruna gitmiş... Ben, bana öyle seslendiğinde nasıl hissettiğimi anlatamadım; umarım şimdi anlamıştır.

Mesela; emek harcıyorum, zamanımı veriyorum, kendi ellerimle ona bir şeyler yapıyorum. Ne kullanıyor ne de saklıyor. Ben söylenmezsem aklına bile gelmeyecek belki de. Kaybolmasın diye ben koyuyorum bir yerlere. Napalım, sevmiyor demek ki öyle şeyleri ya da çok önemli bulmuyor. Herkes, benim değer verdiğim şeylere değer vermek zorunda diye bir şey yok. Ama üzüyor işte.

O saatin hiç çıkmaması da canımı sıkıyor. Duşa girmiş, bu yüzden çıkarmış ona yaptığım bileklikleri de -halbuki çıkarmasına gerek olmadığını söylemiştim-. Olabilir tabii; takılır, düşer falan diye düşünmüştür. Sonrasında saati takmış ama bileklikler hala çıkardığı yerde. "Çıkarmışsın bileklikleri. Neyse en azından 1 gün bari taktın, bu da bir şey." dedim. "Sabah takacağım, makyaj çantamın yanında duruyor." dedi. Saati hemen takmışsın ama? (Saat, 5-6 yıllık eski erkek arkadaşından hediye.)

Sonra benim kalbimde bir şeyler olmaya başladı. Batıyor, ağrıyor falan. Belki üşütmekten, belki de dün geceki evde biri mi var, ses geldi korkusundan.

İnsan üzülüyor be Blogger... Ondan gelen en minik şey bile kahredebiliyor.