19 Ağustos 2020 Çarşamba

Biliyorum

Yine kırılacak kalbim, biliyorum.
Sevilmiyorum, biliyorum. 
Zorluyorum, biliyorum. 

Hep ben soruyordum. Sorulmadan anlatıyordum. İlk mesaj hep benden. Meraksa sadece bende. Her şeyini öğrenmek istiyordum, istenilmeden her şeyimi döküyordum.

İfade: "Sevgililer arasında bir sürü trip, garip haller. Zaten artık sevgili olmaya karşıyım. Artık değil gerçi, şu anda. Bir süreliğine."
Anlamı: "Boşa çabalama, seni istemiyorum."

(İki gün sonra biri çıkacak karşısına; "Biz birlikteyiz Kıvırcık. Çok mutluyuz." diyecek. Biliyorum. Olay, benim istenilmenemde.) 

Kırıldım ama tabii ki belli etmedim... Neyim ki ben kırılayım sonuçta? Sevdiğim herkes beni sevmek zorunda mı? Biz bir şey değiliz ki. Yeni tanışmış iki insanız sadece. Kırılmak ne alaka yani? 

Anlatamam ki kimseye küçücük bir kalbim olduğunu ve hemencecik paramparça olabildiğini. Aptal diyorlar, güçsüz diyorlar, eziyorlar. Anlamıyorlar hassas yüreğimi. 

Bir kişi bari sevseydi beni...

Yine acıyor her yanım. Yine dopdolu gözlerim. Bazen diyorum ki, beni bu hayatta seven biri yok, ihtiyacı olan biri de yok, e ben de bir işe yaramıyorum, anca oksijen tüketiyorum.

Devamını yazamıyorum.

***
Zaten bana cevap vermesine çok şaşırmıştım. Yokmuşum gibi davranır o da sanıyordum. Nazik biriymiş, müteşekkirim görünür olduğumu gösterdiği için.

***
Bir eposta atmıştım, okumadı hiç... Ona da üzüldüm. 

***
Ne zaman yazsam, en az 1,5 saat sonra cevap geldi, 3 dakika kaldı, gitti... Beni tanımaya yönelik değildi hiçbiri. Soruma cevap vermekti... Kırmamak için tabii. Bilmez ki ben ota boka kırılan bir aptalım, gülen suratımın altında bolca hüzün var...

***
Bakalım ben yazmayınca yazacak mı diye bekliyorum. Yazmıyor tabii ki de. Bence ona sürekli yazmama da gıcık oluyor, çünkü nezaketen cevap verme zorunluluğu hissediyor ve bu durumdan hiç hoşnut değil... 

*** 
Grupta da bayağı gıcık olunan biriyim sanırım. Söylediğim takılmıyor, bana sevgi sözcüğü söyleyen olmadı, cevap verilmiyor. Söylenirim diye atmıyorlar da, kendim ayrılmamı bekliyorlar. Çıkarsam, üstlerinden bir yük kalkar, adımı da anmazlar hiç. 

**'
Ah Kıvırcık ah... Ne ezik bir insansın... Kim, ne yapsın seni? 



6 Temmuz 2020 Pazartesi

Ah Uykusuzluk


Artık ilaçsız uyuyamıyorum.

Dün, alkol aldığım için ilacı almayayım dediğim bir geceydi. Alkol uyutur sandım. Uyutmadı... Yine dönüp durdum koca yatakta. Düşüncelere daldım sonra.

Yaşamış olduğum çirkinlikler.
Beni bu uykusuzluğa sürüklemiş olan çirkinlikler...

Sonra birden ağlamaya başladım.

Kalbimin her yerini dolduran kişinin yanındayken sessizce ağlayıp yastığımı sırılsıklam yaptığımı hatırlıyorum. Bazen de hıçkırarak ağlardım; anlamasın diye uykuya daldığını anladığım anda kalkardım yanından, salonda hıçkırırdım içime doğru. Geri döndüğümde ise, tuvalete gittiğimi sansın diye sifonu çekip yatağa geçerdim. Bunları hiç söylemedim. Niye söyleyeyim? Zaten yeterince problem çıkarıyordum hayatımızda.

Sanki beni hissetmemek için yatağın en uzağına kıvrılırdı. Yakınlaşmazdım ben de. Ben de iğrenmiştim kendimden. Yakınlaşmak istemedim. İstenmediğimi bile bile uyumaya çalıştım uzun bir süre. Ezilmiş, büzülmüş ve kırış buruştum. Küçücük kalmıştım. Sesimi duyuramıyordum, anlatamıyordum hislerimi, nasıl sevdiğimi. Düşünsene, iğrendiğin birinin yanında yatıyorsun ve olay çıkmasın, dırdır edilmesin, kafa dinleyelim diye ses etmiyorsun. Büyük sabır. Helal olsun. Hiç kolay değil. Bunu da anlayabiliyorum. 

Uyuyamadığım her gece, bana yaşatılan bu iğrenç duyguyu hissediyorum. Hoş, kiminle kalbimi doldurduysam bu çirkin hissi yaşattı bana. Bilmiyorum, belki de o kadar kötü bir insanım ki bunu hak ediyorum.

Belki de sevilmeyi hak etmiyorum... Ya çirkinim, ya beyinsizim, ya karaktersizim, ya da hepsiyim. Sevmemekte haklısınız, kim hayatında böyle birini ister ki?

Hatırlıyorum da, karşısında çırılçıplak olsam dahi bakmazdı suratıma. Beğenmiyordu belki de.

Bırakmıyordu, tutmuyordu da. O kadar seviyordum ki, kendi isteğimi yapamayacak kadar acizdim. Sadece ağzının içine bakıyordum. O kadar sevmiştim ki, kendimi yaşamayı unutmuştum. Kendimi unutmuştum. Aşkım bitti dediğinde ben de gitmeliydim bir başka yola. Ama yok, sülük gibi yapıştım. Heyecanının bitmesini bekledim. Sonra gözlerinin sönüşünü izlemek istedim. Kendimi o kadar sevmemişim ki o zamanlar, daha ne kadar ezilebilirim görmek istedim sanırım.

Mesela rüyamda hiç güzel bir şey görmedim. Ya beni aldatırdı, ya bensiz bir yere giderdi, ya yanımdayken eski sevgilisiyle konuşurdu beni tanımıyor gibi yaparak. Ben de sadece kavga ederdim. Hep sinirliydim. Belki de güzel rüyalarım varmıştır, ama hatırlayamıyorum hiç.

İyi bir şey hatırlayamıyorum. Sadece hem kendime yaptığım hem de bana yapılan eziyeti anımsıyorum. Düşünsene, her hücrende hissettiğin bir sevgiyi artık hatırlayamıyorsun. Nasıldı? Napıyorduk? Nasıl ediyorduk? Neydi bu iyi şeyler, güzellikler? Kötü hatırlamak istemiyorum artık lütfen; ama o kadar çok biriktirmişim ki, bunun için de iyi şeyleri çıkarıp kötülerine yer açmışım.

Bu haksızlık değil mi? Nasıl sadece severken, bir süre sonra sadece sevilmediğini hatırlıyorsun?
Unutmadığım tek bir şey var, onu da her fırsatta herkese söylerdim zaten: İlk gördüğüm anda bana parlayan gözler. Hayatımda ilk kez yaşamıştım böyle bir şeyi, belki de bu yüzden aklımda kaldı.

Gözler parlar mı ya? 
Işıl ışıl olurmuş hem de.
Bunu öğrendim; sadece, bunun iyi bir şey olduğuna inanmıyorum artık.

Kırmızı aynanın yanında oturmuşken bana aşkının bittiğini söylediği anda kalkıp gitmeliydim.
Görüyor musun? Kötü bir anı. Bir saniye önce yaşanmış gibi aklımda.

Aklımdan çıkmayan bir cümle daha var doğrudan bana söylenmemiş olan: "Biliyorum, sen Kıvırcıksız dışarı çıkmazsın, o da gelsin hep."

Kıvırcıksız dışarı çıkmamak... Aşk ve heyecan bitene kadardı bu. Sonrasında doğru düzgün, kavga etmeden, istendiğimi bilerek çıktım mı hatırlamıyorum... Kızma sevgili okur, hatırlamıyorum işte. Dedim ya, sadece nasıl üzüldüğümü hatırlıyorum.

Velhasıl, ilaç almadığım ve dolayısıyla uykusuz kaldığım nadir gecelerde aklıma bunlar geliyor. Aynı şeyleri tekrar tekrar yaşıyorum ve sol göğsümün arkasında sızı hissediyorum. Kalp gerçekten acıyormuş.

İlaçsız nasıl geçecek bilmiyorum. Hiç geçecek mi onu da bilmiyorum.

Ne yaptım da bu kadar kırılmayı hak ettim ben?

Dışarıya sadece gülüyorum diye negatif hiçbir şeyi kafama takmıyorum sanıyorlar, beni lakayt görüyorlar, yavşak diye düşünüyorlar. Ben kendimi böyle kapatıyorum, napayım. Birazcık olsun çekilebilir bir insan gibi görünmek istiyorum. Acımı kendi başıma yaşarım, başkasını da üzmeye ya da sıkmaya ne gerek var?

14 Haziran 2020 Pazar

Seni Sevmeyi Eskisi Kadar Sevemiyorum


Bugün annemle babam Bir Demet Tiyatro'yu izliyorlardı. Hemen ben de geçtim ekranın başına. 

Mükremin geldi ekrana.
Asuman için mahalleyi yakan Mükremin... 
Asuman'ı istemeye geliyorlar diye mahalleyi ayağa kaldıran Mükremin...
Gözü Asuman'dan başka bir şeyi görmeyen Mükremin...
Bir an geliyor, uğrunda tereddüt etmeden dünyayı devirecek olduğu kadından vazgeçtiğini söylüyor:

- Beni artık sevmiyorsun öyle mi?
- Seni seviyorum da, seni sevmeyi eskisi kadar sevemiyorum... Eskiden seni sevmenin, birbirimizi sevmenin yeşil, gevrek bir tadı vardı. Seni güldürmenin lezzeti damağıma yerleşir, orada mutlu mesut yaşardı. Bir şey olduğu vakit, ilk bunu gideyim Asuman'a söyleyeyim tarzında bir haberci telaşı olurdu... 
- Şimdi ne oldu peki?
- Bilmiyorum Asuman, bilmiyorum. Kalbim bir kuyunun dibindeki suyun içinde nefes almaya çalışan bir gariban. Yukarı tırmanmaya çalışıyor, ama ne yapsın? Kuyunun duvarları düz, kuyunun duvarları ıslak...

Bu sahne beni hep çok etkilemişti. Başıma geleceğini biliyordum hep. Bir gün çok sevdiğim birisi bana bunu söyleyecek. Bir gün beni çok seven birisine bunu söyleyeceğim. Zaten hep korkardım kalbimin kırılmasından ve kalp kırmaktan. Hiç korkusuz veya cesur değildim. Korkmaktan bile korkardım. Hayatın boyunca sevmeye devam edeceğini söylediğin ve bunu bildiğin halde gün geliyor, kendini bile şaşırtıyorsun. Nasıl sevemediğine hayret ediyorsun. Bitmeyeceğini bildiğin bir şey bir anda yok oluyor. 

Yağmur eninde sonunda yağar nasılsa, ekinler sulanır diyorsun; kendini yağmurun asla yağmadığı bir mevsimde buluyorsun. Ekinlerin kuruyor, onları canlandırmaya hevesin kalmıyor artık. 

Herkes bir gün gidecek. Bunu bilerek yaşamak lazım. Bilerek ama uzun uzun... Bitişe gelmeden önceki süreyi olabildiğinde uzatmak, biriktirmek, öğrenmek, gelişmek. 

Üzülüyorum. Üzülüyorsun. Üzülüyoruz. Üzüyoruz. 
Yaşam bu. 
Acı çekmek hep var. 
Severken sevilmemek hep var. 
Sevmezken sevilmek hep var. 

Kaç zaman olmuş, ara ara hüzünlenirim hâlâ... 

https://youtu.be/-DOhYTq3vt8

16 Mart 2020 Pazartesi

Tam OKB'm Azaldı Diyorum, Bir Gülme Geliyor

Bir 13 yıl kadar önce, ellerimi çok yıkıyorum diye annem beni psikoloğa sürüklemişti. Ne var yani temiz olmak istemem hastalık mı, diye karşı çıkmıştım. Tek yaptığım el yıkamak değildi tabii ki. Oturacağım yeri silmek, okulda masamı silmek, banklara asla oturmamak, çimlere oturmak da neymiş, kapılara dokunmamak, tuvalete girmeden önce çırılçıplak soyunmak, dışarıda tuvalete girmemek, başkasının bardağından içmemek, biriyle aynı yatakta yatmamak, günde iki kez duş almak, duş almadan yatağa girmemek ve el yıkadıktan sonra lavanta kokulu kolonya sürmek. 

Aklımdan geçenler de genelde el yıkarken şöyle oluyor: Elimi yıkadım mı yoksa yıkadığımı mı düşündüm? Dur bir daha yıkayayım. Tam olmadı, bir kez daha yıkamam lazım. Bu sefer yıkıyorum bak dikkat et, tırnaklarımı da fırçaladım. Tamam yıkandı. Tam kurulamaya geçecekken, ayy yok yok iyi yıkayamadım. Bir daha yıkayayım.

Sonra eller bembeyaz!

Psikolog bana demişti ki: Eğer bu şekilde devam edersen duvarlar üstüne üstüne gelecek ve bir süre sonra da delireceksin. 

O zamanlar bir salgın yoktu tabii! Sanki temiz olmak için ortaya bir salgın çıkmasına gerek varmış gibi! 

Neyse, ben abarttığımı bir süre sonra doktorlarla konuşa konuşa anladım. İlaçların da etkisiyle elimi daha az yıkamaya, kolonya kullanmamaya, oturacağım yeri silmemeye, çimlere oturmak falan başladım. Tabii çevrem şok. Arkadaşlarım "Sana noldu?" diyor. Nitekim OKB azalmaya başladı. Ya da üstesinden gelmeye başladım. Hatta ilk kez 3 gün boyunca duş almadım! Yatağıma birisi yattı, çarşaf değiştirmedim. Bayağı aştım yani. Aynı bardaktan su içtim, aynı tabaktan yedim, bazen aynı çatalı kullandım, bir giydiğimi bir kez daha giydim vs. 

Peki şimdi noldu? Tam OKB'nin üstesinden geliyorum ben artık yeaa diye gevşerken, ortaya gıcık bir salgın çıktı. Korunmak için söylenenler ne? İlk paragrafta yaptıklarım. 

Annemle konuşurken, kızım dikkat et ve ellerini yıka mutlaka bol bol diyor. Ben ne diyorum? Anne bu zaten benim her zaman yaptığım bir şey; benim normalim zaten o. Evet haklısın deyip gülüyor. 

Tam da spora yazılmışken dünyaya yayılan salgın da ne manidar oldu bana. 

Ha bir de psikiyatr kontrolüm ayın 20'sinde. Ayın 30'unda da tiroit kontrolüm var, kan vermeye Gazi Hastanesi'ne gitmem gerek. Ama ben ikisine de gidecek miyim? Hayır. Psikiyatrı aramayı düşünüyorum, kendisine bağlanabilirsem ilacı yazdıracağım. Bağlanamazsam aile hekimime gidip yazdıracağım ama o zaman da psikiyatr yazmadı diye ekstra ödeme çıkıyor. Antidepresanlar da öyle ucuz şeyler değil. Hele ki çalışmıyorken hiç değil. Umarım ulaşabilirim doktora. 

Gazi'ye kan vermeyi de kendi başıma erteliyorum. Randevum vardı ama kısmet artık. Ortalık bir sakinleşsin, o zaman gidip veririm kanımı. 3 kez gitmem gerekecek: Tahlil isteme muayenesi, tahlil yapılma günü, sonuç gösterme randevusu. 

Spor salonunu da arayıp, üyeliğimi dondurayım diyorum. Umarım kabul olur. Kampanya ile yıllık üyelik yaptırmıştım, o yüzden emin değilim dondurulabileceğine.

Artık bir tek markete gidip geliyorum. O da alkol almak için. Diğer gereksinimlerimi ya apartman görevlisinden ya da Banabi, Getir, Migros Hemen gibi platformlardan karşılıyorum. 

Bir an önce bitsin şu epidemik. Nereden çıktıysa oraya geri dönsün amık! 

Böyle deyince aklıma okuduğum bir kitaptaki bölüm geldi. Buzulların erimesi ve küresel ısınmadan bahsediliyor kitapta. Antarktika'da buzullar sayesinde donmuş ölümcül canlılar (bakteri mi, virüs mü, organizma mı artık neyse) varmış ve küresel ısınma ile birlikte buzulların erimesi bunları ortaya çıkarıp dünyada bolca yeni salgın yayabilirmiş. 2 yıl kadar önce okumuştum. Çok korkunç değil mi sevgili okur? Küresel ısınma için de bir şeyler yapmak lazım. Neden insanlar olarak her şeyi harap etmeye bayılıyoruz? Ayrıca kapitalizm ve emperyalizmden de iğreniyorum. 

11 Mart 2020 Çarşamba

Spora Başladım Sevgili Okur


Yıllık spora yazıldım. Aklım dağılsın diye. Gerçekten dağıtıyor.
Bir de güncelleme vereyim; Lustral'e başlayalı 2 kilo vermişim. Sürekli tuvalete götürüyor, iştahımı kapatıyor, bir de susatıyor mudur nedir? Üstüne bir de spora başlayınca, çok güzel oldu bu.

Şu yeni hastalık konusunda aşırı panik olmam gerekirdi ama nedense öyle bir aşırılık yok. Hatta eski ben olsa, spora gitmezdim kalabalık ortam burası diye. Sağımı solumu ellemeyi bıraktım. Ne bileyim, ağrıyan yerlerim ağrımıyor gibi geliyor. Sabah uyanında titremelerim azaldı. Şu 13 gün içerisinde yalnızca 2 kez oldu. O zaman da yanlış hatırlamıyorsam, alkol aldığım için Cedrina'yı almamıştım. Kendimi daha iyi hissediyorum, burası kesin. Ama yine tamamen umursamaz değilim. Ara ara taktığım şeyler oluyor.

Spora gittiğim için evde de pek takılmıyorum. Bir de işim olsa, of!

28 Şubat 2020 Cuma

Lustral'ın İlk Etkileri


Lustral'a başlayalı üç gün oldu sevgili okur. Pek bir olumlu etkisini görmedim (acıkmamam dışında). Bu da Prozac gibi sonradan etkisini gösteren bir ilaç ama Prozac kadar geç göstermiyor. Hemmen olumsuz yönlerini söyleyeyim, çünkü neden? Çünkü yaşasın negatif düşünmek! -_-

Kötü rüyalar görmeye başladım. Nefes nefese kalmış bir şekilde uyanıyorum. Ağzım kurumaya başladı, geceleri burnum tıkanıyor, gün içinde sürekli uykum var. Cedrina'yı tek başına içerken çok güzel uuyku çekiyordum ve gün içinde uykum da gelmiyordu. Tabii bu 4 gün boyunca oldu, çünkü 4. günün sonunda Lustral'e başladım. Bugün yine bacaklarım titredi uyandığımda.
Dün gece yine sağımı solumu yokladım, bir şeyler aradım ve tabii ki de buldum. Psikiyatrım da demişti "Ararsan bulursun ki, her yerimizde bir şey zaten var, ama iyi ama değil.". Nitekim yine bir yerlerimi elleye elleye acıttım cildimi.


Aslında bu şekilde hissetmemin belki birkaç sebebi de vardır. Ailem yine baskı yaptı. Neden böyle hissediyorsun, neyin var, neden anlatmıyorsun diye. Anlatamam ailem. Anlatamıyorum size. Anlatırsam kimsem kalmaz, beni bırakırsınız...

Üstüne, koronavirüsün ülkeye kesin olarak giriş yaptığını öğrendim: Yalova, Van, Mardin ve Gaziantep başta olmak üzere. Yalova'dakini bir arkadaşımdan ses kaydıyda duydum. Ne bileyim belki de sadece panik yaratmak ya da kendilerine takipçi kazandırmak istiyorlardır.

Sonra İdlib'in gerçeğini ve videolarını gördüm bir komutan tanıdığımdan. Titredim, tüm hücrelerim titredi.

Bir de şu sporcu kişiliğinden tekrar uzaklaştım, çünkü kafayı yemiş olduğunu gördüm. Sırf rüyamın hatrına tekrar deneyeyim demiştim. O his pek güzeldi... Neyssss...

İnternetin yavaşlaması da keçili videolar izleyip kendimi rahatlatmamı engelliyor! RuPaul izleyip bulmaca çözüyorum ben de.

27 Şubat 2020 Perşembe

Enteresan Şeyler Oluyor 2

Bir önceki yazımın devamı geldi!
Yakın bir arkadaşımın evine gitmiştim. Üzerimde Kaft'ın sevdiğim bir tişörtü vardı. Asker yeşili renginde, üzerinde kurmalı askerlerle oynayan bir bebek görseli olan bir tişört.
Arkadaşım "Ya ne kadar anlamlı şu tişört." dedi. O gece onda kaldım. Eve geçtiğimde bir mesaj geldi ondan: TİŞÖRTÜN AYNISI INSTAGRAM'DA REKLAM OLARAK KARŞISINA ÇIKMIŞ.



Bu elektronik aletler bizi bizden daha iyi dinliyor sevgili okur. Kendime değil, onlara güvenip daha güçlü.

Ayrıca bu olay da gayet korkutucu. Belki de tek bir "asker" kelimesi geçirdi diye ve ben de "Kaft'ı çok seviyorum" dediğim için karşımıza "Bunu demek istediniz değil mi?" diyerek zart diye reklamını çıkardı.

Tişört de bu:

22 Şubat 2020 Cumartesi

Enteresan Şeyler Oluyor

Telefonlar bizim düşüncelerimizi de mi okuyor acaba diye salak bir düşünce geliştirdim. Bir süredir kalp çarpıntım vardı, yattıkça çoğalıyordu. İnternetten hastalık araştırmamaya da söz vermiştim kendimce. Çünkü anksiyetemi çoğaltıyordu sadece. Dur ya bakacağım dedim ve Google'a yazmaya başladım: yatı...

Bana hemen arama önerdi, ben daha yazacaklarımın ilk kelimesini bile tamamlamamışken: "yatınca başlayan kalp çarpıntısı"! (Muhtemelen daha önce arattığım bir şeydi ve arattığımı silmiştim beynimden. Yeniden aratınca da çat diye karşıma çıktı sonuç.)

 

Bir diğer olay da şöyleydi: Eski sevgili, benim yabancı arkadaşlarımla olan fotoğraflarımı duvardan kaldırmamı istemişti, ben de kaldırıp kitap şeklindeki kumbara kasama koymuştum ve bir daha da açmamıştım. Geçenlerde aklıma geldi ve kasanın anahtarını bulup içindekileri çıkardım. Tekrar duvarıma asmak için masama koydum. Bunları yaparken tek başımayım ve konuşmuyorum. Daha sonra telefonu elime aldım ve karşıma bir reklam çıktı: Kitap Şeklinde Anahtarlı Kumbara Kasa! Ve benimkinin aynısı. Tesadüfe bak, tesadüfe bak!

Birkaç şey daha oldu böyle. Yine bir arama yapmayı düşünürken karşıma çkıverdi arama terimleri. Ama not etmediğim için konuyu tam hatırlayamıyorum.

Ya ben ayakta rüya görmeye başladım ya da aklım karışmaya başladı. Cedrina'yı aldığımdan beri böyle. Enteğesan.

21 Şubat 2020 Cuma

Yine Sevildiğim Bir Rüya


Konuştuğum insanlardan birisiyle bir süredir konuşmamaya başlamıştım, çünkü ayı gibi davranışlar sergilemeye başlamıştı. Ev arkadaşım da onunla konuşmam taraftarı nedense. Sürekli soruyor naptınız diye. Konuşmadım deyince de "E sana müstahak sevgilisizlik!" diye kızıyordu. Sürekli böyle konuştuğundan mıdır nedir, bir gün rüyama girdi kendisi ilk kez. Şöyle ki:

Evinde oturuyoruz. Ev arkadaşımın doğum günüymüş ve bu sporcu kişisinin evine gidiyoruz (Bu arada, bu ikisi gerçekten arkadaşlar eskiden.). Arkadaşlardan biri pasta almış. Ev arkadaşım mutfakta birileriyle sohbet ederken ben de sporcu kişisinin yanında gidiyorum. Bana arkası döük şekilde koltukta oturup tanımadığım biriyle sohbet ediyor. Arkadan sarılıyorum. Sanki bütün negatif yüküm havaya karışıyor o anda. Sonra birden kolunu kaldırıp beni göğsüne yatırıyor, bir eliyle de sarıyor. Dakikalarca öyle kalıyorum. O sohbete devam ediyor, ben de maymun gibi sarılmaya devam ediyorum. Sonra birden kapıyı elinde pasta ve yanan mumlarıyla eski sevgili açıyor. O da doğum günü kutlamaya gelmiş birkaç kişiyle beraber. Pastayı alacak olan arkadaş da oymuş meğerse. Ben hiç pozisyonumu bozmuyorum ilk gördüğüm sırada. Zaten onu orada tanıyan tek kişi benim ev arkadaşımmış. Sanki yüzü düşer gibi oluyor eski sevgilinin ama yanlış gördüm kesin diyerek ev arkadaşımı çağırmaya gidiyorum. Sonra uyanış.

İki duygu çıkardım buradan:
Birincisi; sporcu kişisinin büyüklüğü, gücü ve korumacı tavırları içten içe hoşuma gidiyor. Sarıp sarmalanmak istiyorum. Kendisini tanıdığım kadarıyla zaten böyle bir insan, ama bana karşı öyle olur mu bilemem.

İkincisi; yeni sevgili yüzünden eski sevgiliyi üzmekten korkuyorum, üzülmesin istiyorum bilinçaltımda. Bu düşüncem tamamıyla yanlış bir şey, kendisiyle ne görüşüyorum ne konuşuyorum, sosyal medyada bile görmüyorum. Üzmem mümkün değil, üzülmesi zaten mümkün değil.

Neyse, sonra ben bu sporcu kişisine tekrar yazmaya başladım bakalım. Rüyamın etkisinden kurtulamıyorum. Ben sadece sevgiye ihtiyacı olan bir köpeğim ve o da beni hayatı boyunca seven insanım sanki. Zaten uyanıp rüyayı ve onu düşünmekten bir daha uyuyamamıştım o sabaha karşı.

Aldığım haberlere göre de çok istekliymiş aslında, benimle olmayı istemiş ama ben geç cevap yazıyorum diye sinirlenmiş ve öküz gibi davranmış. Biraz da çekingen gördüğüm kadarıyla. Ben atıyorum adımları hep, o korkuyor. Ya da unutmuş flört etmeyi.

Derken, flört ne güzel bir şey sevgili okur! O heyecan ne kadar enerji verici. Yorgunum kendimi tanıtmaya ya da yeni birini tanımaya veya sevişmeye diyordum ama bir başlayınca devamı geliyormuş, özlemişim.

Ve Sonunda İlaç Değişikliği

Bir süredir, hiç olmadığım kadar kötü hissediyorum. Hayatımda bu kadar derinini yaşadığımı hiç hatırlamıyorum!

Kendimi o kadar sıkıyormuşum ki, kaslarım titriyor. Ayaklarım tutmuyor gibi hissediyorum, ellerim titriyor gibi geliyor, içimde de bir titreme sürekli. Sırf bu nedenle doktora gitmiştim; kansızlık mı, şeker mi, başka bir şey mi nedir diye merak ettim, durumu anlattım. Kan tahlili yaptı. Her şey normal dedi. Hemen bir düşünce: Acaba beynimde mi? Bir de nöroloğa mı gitsem?

Daha önce de bu şekilde bir korku oluşmuştu ve hemen soluğu nöroşirurjide almıştım. Tetkikler yapıldı ve psikiyatra sevkedildim.

Dün kontrol günümdü. Prozac'ın bir etkisini görmediğimi hatta ilaca rağmen daha kötü hissettiğimi anlattım: Kalp çarpıntım, geceleri uyuyamamam, kaslarımın sıkılması ve bir türlü gevşemiş hissedemem, elimin ayağımın titremesi, dişleri sıkma, sürekli uyku hali, yemek yememe ve bir etkinliğe katılmama isteği, boş boş bakınmak ve sadece bakıp uyumak isteği.
Yaşadıklarımı anlattığımda, bunlar doğrultusunda bu şekilde hissetmen normal dedi. Hüngür hüngür bir ağlasam rahatlayacakmışım gibi hissediyorum, öylesine doluyum ama ağlayamıyorum bir türlü, dedim. Bu ilaçlarla ağlayaman pek mümkün değil dedi. Prozac'ı değiştirmeye karar verdik. Lustral'a başlıyorum önümüzdeki günlerde. Prozac'ın vücuttan çıkması birkaç haftayı bulurmuş ama bana yine de bir hafta sonra başlayabileceğimi söyledi. Uykusuzluğum için de Cedrina yazdı. Tranko-buskas'a devam edebilirmişim, sakinleştirici etkisi varmış. 1 ay sonra yine kontrol var.


lustral-50-mg-28-tablet__cid1980__original

Prozac'ı iki gündür almıyorum ve sanki içmeyi unutmuşum gibi bir durum yaratmadı. Cedrina'yı dün 23.30 gibi içtim ve 00.15 gibi çok güzel uyku bastırdı. Daha öncesinde saatlerce yatakta dönerken, kalbimin çarpıntısından uyuyamazken mışıl mışıl uyudum. Ama yine çenemi sıkmışım. Uyandığımda uyuşmuş gibiydi çenem, ki halen öyle. El ayak titremem yoktu uyandığımda. Yemeğimi yedim falan, bir süre sonra yeniden başladı. Parmaklarım titriyor; sanki bir gösteriye çıkacakmışım da onun heyecanı varmış gibi bir etki var üzerimde.

***
Dans gösterilerime çıkmadan önce olurdu bu hep. Gösteri biterdi, sanki dünyayı kurtarmışım gibi bir rahatlama oluşurdu sonra da.
***

Okuduğum kitaplardan Vazgeçebilmek'in çevirisi yüzünden resmen kitaptan soğudum. Belki çeviride değildir sorun, belki de yazar böylesine uzun ve anlaşılması zor cümleler kurmuştur. Ama ilerlemiyor babam! Cümleyi bitirene kadar veya tam idrak edene kadar nefesim tükeniyor. Bir de örnek vererek anlatım var sanıyordum, öyle değilmiş. Şöyle yaparsanız böyle olur, şunu yapmanızın sebebi böyle düşünmenizdir gibi ders veriyor sanki. E ben zaten bunları biliyorum. Bana örnek göster. Kim napmış onları anlat, kendime pay çıkarayım ben de. Örnekleme olmadan verilen bilgi ancak teoride kalıyor, uyarlayamıyorum hiçbir şeye. Neyse, yine de bitirmeye çalışıyorum kitabı. Tabii o bitene kadar araya Vurun Kahpeye, Saatleri Ayarlama Enstitüsü, Anayurt Oteli, Bibliyoman gibi kitaplar girdi ve Vazgeçebilmek'in bitişi uzaklaştı.

Bunların yanında psikoterapiye gitmeye karar verdim. Halen doktor araştırıyorum. Beni anlayabilecek, açık görüşlü bir uzman arayışındayım. Birkaç tane buldum ancak, kimisi için iki buçuk saat yol gitmem gerekiyor, kimisinin de sadece asistanları hasta bakıyor, bir ihtimal kendisi bakabilirmiş ama o da büyük vakalar olması lazım tabii: Cinsiyet değişimi gibi, şizofreni gibi.

cedrina-25-mg-tablet

Ne yazık ki psikolog konusunda kriterlerim var: İşsiz olduğum için ya bir devlet/üniversite hastanesinde ücretsiz muayene olmalı, ya da cüzi bir ödeme gerçekleştirmeliyim. Bu nedenle seçeneklerim çok az. Sağa sola da soruşturuyorum ama insanlar ticarete dökmüşler, bir yandan haklı olarak.

Sonuç olarak, hiç iyi hissetmiyorum. Ara ara ataklar geliyor, eve göktaşı düşecek ya da apartman yıkılacak ve altında kalacağım gibi düşünüyorum. Kafamdan da atamıyorum. Atmak için uyuyorum. Bu sefer de rüyalar geliyor, bir de onlara hızlanıyor kalbim. Böylesine stres HİÇ iyi değil, biliyorum! Stres kalıcı hasarlar bırakacak diye korkuyorum ve bir an önce çaresini istiyorum. Bunun için de çalışmalar devam ediyor işte. Psikiyatrdı, psikologtu, iş arayışıydı vs.

Ha bir de, bana beni ayağa kaldıracak biri lazım artık. Sarıldığımda göğsüne yatıracak, elimden tutup dans edecek, konştuğumda sadece rahatlayacağım, onun da dertlerine çözüm bulacağım biri. Çünkü anlaşılan kendi başıma ayağa kalkamıyorum.

12 Ocak 2020 Pazar

Saçmalıyor Ruhum

Geçtiğimiz pazar arkadaşımın kafesine oturmaya gittik yakın arkadaşlarla. Her şey çok güzeldi. Ne oldu bilmiyorum, birden uyku bastırdı, ellerim ayaklarım titriyor, kalbim hızlı hızlı çarpıyor, ayaklarımda derman yok, midem bulanıyor, başım dönüyor, bir gülüyorum bir susuyorum. O gün, yanımdaki arkadaşlar alışverişe, gezmeye falan da götürdü beni. İyice kötü oldum. Oturduğum yerde bayılıp kalacakmışım gibiydi. Neyse, eve geldik. Saat 20.00'dee yatağıma geçtim uyumak için ama bir türlü uyuyamadım. Döne döne saati 3 etmişim! Ertesi güne de psikiyatra randevum vardı, erken kalkmam gerekiyordu. Uyumak için uyku sesleri açarım ve 15 dakika dolmadan dalarım hep. O bile fayda etmemişti o gün. Zaten gece sürekli uyandım, sürekli sesler duydum sanki. Kalbim güm güm, kasılıyorum, titriyorum, "Her şey çok güzel, sen sağlıklısın, mutlusun, sakinsin." desem de defalarca, hiçbir faydası olmadı. Öleceğimi düşündüm. O an gidiyordum sanki. İğrenç bir his! Bitsin de kurtulayım istedim, derken dalmışım tekrar.



tranko-buskas-20-draje-1

Doktora gitmeden hemen önce böyle bir şey yaşamam da şans oldu, anlattım hemen. Prozac etkisini hemen göstermezmiş. En az 2 ayda etkileri belli olurmuş, o nedenle devam edelim dedi ve yanına Tranko-Buskas verdi. Günde en fazla 2 kez iç ama kötü hissetmezsen 1 içebilirsin, ya da hiç içmeyebilirsin de, dedi. O ilaç gerçekten mide bulantımıi, baş ağrımı, gerginliğimi dindirdi. 2 gün kullandım sadece. Gerildikçe kullanmayı düşünüyorum.

O geçen pazar günü (5 Ocak 2020) yaşadığım durumu bir daha asla yaşamak istemiyorum. Ben artık daha değerliyim gözümde. Öz şefkatimi geliştiriyorum. Bunun için okumalar yapıyorum. Geçmişi geçmişte bırakmak, geleceğe çok takılmamak ve ânı yaşamak önemli. Şu anı yaşamalıyım.

Okuyor olduğum iki kitap var:

31papcivzml._sx319_bo1204203200_ 41gh5d0jcxl._sx321_bo1204203200_

Bitirince yorumlarımı yazacağım.

Geçen haftalarda Pembe Fili Düşünme'yi okumuştum, hoşuma giden bir farkındalık yarattı. Kendimi sevmiyormuşum ben. Kendime çok acımasızmışım. Kendine acımacız doğrularla yaklaşan bir insan, çevresindekilere de öyle yaklaşmaz mı? Kendini sevmeyen bir birey, bir başkasını nasıl sevsin?