Ne yapayım?
Neyi anlatayım?
Bir şey anlatmaya kalksam samimiyetsiz ve yalancı oluyorum.
Bir şey anlatmasam şımarık oluyorum.
Anlatacak çok şeyim var, dertliyim. Ama bunların hiçbiri sizin için dert değil. Bunların hiçbiri daha önce konuşulmamış şeyler değil.
Çözüldü diyorum, değişecek bir daha öyle hissetirilmeyeceğim diyorum; yine aynısı oluyor.
Ben kalkıyorum, sen uyuyorsun; uyan diyorum, hayır diyorsun, yalnız kalıyorum sanki tüm hafta yetmiyormuş gibi; geliyorsun, uyuyorsun, iki kelam etmek istesem yorgunsun haklısın, uyanıyorsun yanına çağırıyorsun, geliyorum, sen kalkıyorsun hemen, "e çağırdın?" oluyorum; sen yiyorsun,ben ondan yemek istemiyorum, azar işitiyorum. Sarılıyorum, sıkılıyorsun; öpüyorum, uyuyorsun; sırnaşıyorum, kaskatı kesiliyorsun: "Hareket etmezsem gider; laf edersem ağlar, hiç çekemem."
Zorunda kaldığın için bir şey yaptığında kendinden nefret edersin. Biliyorum. Susmam için de elime bir şey verirsin, ben onunla 1 hafta yetinir, seni rahat bırakırım, kafanı dinlersin. Sırf zırlamayayım diye kendin olmazsın.
Ama boş ver, ben anlatmayacağım. Bunun için samimiyetsiz, yalancı, şımarık oluyorsam da olayım.
Suçlu ben olayım. Yeter ki sen temiz ol, yeter ki senin vicdanın rahat olsun.
İte kaka da olsa, mutlu olmasa da, aşk yoksa da gidiyor işte... Gerisini n'apacaksın?
26 Mart 2016 Cumartesi
Yapay Aydınlık
Sıcak bir gün. Nemli ya da yakan bir sıcak değil.
Sıcak, ama esintili. Ne üşüyorsun, ne bunalıyorsun.
Akşam.
Şehirden epeyce uzakta olan olan evimizin kocaman bahçesindeki geniş talvarı ışıklandırmış annem.
Karanlığı apaydın yapmış minik ama bir sürü sarı ampul.
Bütün masaları birleştirmiş, üzerinde kocaman bir beyaz örtü sermiş. Sanki tek bir masaymış gibi görünüyor.
Ne yemekler,mezeler,tatlılar hazırlanmış, ne içecekler konulmuştu masaya.
Büyük bir kutlama olacağı belliydi.
Annemle pek konuşmayız. O bana anlatmaz, ben de ona anlatmam.
Despottur da zaten kendisi. Her şeye mantıklı bir açıklama bekler, onun dediğini yapmak şarttır. Çağ dışı bir görüşü yok elbette fakat biraz geleneksel olabilir. Yeniliği önce yargılar, tartışır ve kabul etmez fakat sonra benim üzüldüğümü görünce yumuşar.
Ama dediğim gibi, çok konuşmayız.
Bu kutlamanın da tam olarak en olduğunu anlatmamıştı. "Kutlama" demişti sadece.
Tanıdığım ve sevdiğim, neredeyse herkes buradaydı. Tesoro ve ailesinin yanında, birçok eşcinsel arkadaşım ve onların durumlarından haberdar olmayan aileleri de vardı.
Annem plağa yumuşacık bir müzik koymuş.
Herkes gülüyor, konuşuyor, yiyor. Bardak tokuşturma sesleri, çatalların tabaklara sürtme sesleri...
Biz, biraz daha genç kesim olarak masanın sağ tarafında toplanmıştık. Tesoru'nun yanında oturuyordum elbette. Heyecanlıydık. Ailelerle beraber hiç bir araya gelmemiştik. Ya ben onun ailesiyle ya da o benim ailemle ya da sadece aileler, biz yokken. Nasıl da mutluydum! Ne zamandır görüşemiyorduk... Ne o vakit bulabiliyordu okulundan, ne de ben. Kutlama sonrası, ona sarılacağım anı iple çekiyordum!
Annemden telefonunu rica etmiştim. Benim telefonum pek özellikli değildi onunkinin aksine. Benimkini de ona verdim bir süreliğine. Tesoro ile ben telefonda bir şeylere bakıyorduk. Gülüşüp, büyüklerden birisinin bizi göreceği korkusuyla da olsa uzun uzun bakışıyorduk; konuşmadan o kadar çok şey anlatıyorduk ki birbirimize! Dokunmak istiyordum ama kendimi tutuyordum. Kızlar da o sırada Suzi'yle uğraşıyorlardı. Suzi birden patladı ve karanlığa doğru koşmaya başladı. Yalnız kalmaması gerekiyor Suzi'nin çünkü ne kadar pamuk kalpli biri de olsa pek de aklı yerinde olan birisi değildi. Tesoro, ben ve Dem daha onu aramak için masadan kalktık.
Bir süre sonra Suzi'yi bir köşede çömelmiş ve ağlıyor halde buldum. Konuştum, bahçeye dönmeye ikna ettim.
Masaya döndüğümde, Dem de gelmiş oturuyordu. Tesoro henüz dönmemişti. Neredeyse yarım saat olmuştu ama hala ortada yoktu. Anneme sordum. Hiçbir şey söylemeden bana kendi telefonumu uzattı, mesajlar bölümü açık bir şekilde. Masanın uzağına çağırdım, neler olduğunu anlatmasını istedim. Suratındaki ciddiyet hiç bu kadar fazla olmamıştı. Bakışlarıyla bile canım acımıştı. Tesoro ile aramızda olan her şeyi öğrenmiş ve onları kutlamadan göndermişti.
-Bir daha asla onlarla görüşmeyeceksin. Telefonunu da elinden alıyorum. Sana yeni bir hat ve telefon vereceğim.
Buz gibiydi. Ne kızıyor gibiydi ne de üzgün. Sadece o ciddiyet.
Hani ayaklardan kafaya doğru bir sıcaklık çıkar ya korktuğun zaman, o an birden bire tüm her yerimde hissettim ben o sıcaklığı.
Kalbim hiç bu kadar hızlı atmamıştı! Ayaklarım beni terk etmek üzereydi sanki. Gözlerimi kırpamıyordum çünkü göz kapaklarım kapandığı zaman açılmak bilmiyordu.
-Anne nolur! Nolur! Yalvarırım anneciğim nolur!
Annem telefonumla birlikte masaya geri döndü.
Olduğum yerde dizlerimin üzerine düştüm.
Ağladım!
Nefesim kesildi ama ağlamamı kesemedim.
Onu bir daha göremeyecek olma düşüncesi... Korkunçtu! İnanılmaz acı veriyordu! Kalbimin, iç organlarımın acımasının yanında cildim de acıyordu!
Acıdı.
Çok, çok acıdı...
Ne son kez öpebilmiş, ne sarılabilmiş, ne de veda edebilmiştim.
Oracıkta toprakla bir olmak istedim.
İl dışında yaşıyorlardı onlar. Ona ulaşabileceğim hiçbir yer yoktu... Telefonunu da bilmiyordum ezbere, posta adresini de... E-posta da kullanmıyordu.
Belki o beni arardı ya da yazardı... Ama ulaşamazdı ki bana... Numaram onda olmayacak, mektup atsa annemi geçip bana ulaşmayacak...
...
Bir daha gülemedim...
Hiçbir zaman, hiçbir şekilde, bir daha gün aymadı...
Hep, o sarı ışıklarla aydınlatılmış yapay gündüzde yaşadım...
Kaydol:
Kayıtlar (Atom)