İçimdeki ben, beni affettiğini söylemişti zaten. Onca aşağılayışlarımla, kötü sözlerime, ezmelerime rağmen bana beni affettiğini söylemişti. Kocaman bir yüreği var onun, dünyanın tüm güzelliklerinin sığabileceği… Ona sarılıyorum artık. Ona en iyisini vermek için çabalayacağım. O, her şeyin en güzelini hak ediyor.
Ona sarılmak o kadar güzel hissettirdi ki!
Önce ağladı, gözlerini kapattı. Sonra rahatlayıverdi bebek gibi…
Seni kimsenin üzmesine izin vermeyeceğim artık. Ben hep yanındayım…
Bugün iş çıkışı yine eve yürüdüğüm bir zamandı. O sırada Maviş’i düşündüm. Ne zaman yazarsam yazayım en az 1 saat sonra bana geri dönüşünü, sabahları uyanmak bilmeyişini, geceleri yatmayışını, ben yazmadan yazmayışını. Çalışmayan bir insan nasıl bu kadar meşgul olabilir ve bana dönemez diye düşündüm.
Sonra da, isteyen insanın her türlü yazacağını hatırladım. Şayet birinin aklındaysan, sana cevap verir. Öyle olmasa bile; ben beni düşünmeyen bir insanı, bana değer vermeyip de cevapsız bırakan bir insanı, kendini her şeyin önüne koyarak yalnızca bencillik yapan bir insanı da hayatımın partneri yapmak istemiyorum. İletişim kuramıyorum ki… Uzaktayız, başka nasıl iletişim kurabiliriz? Sürekli yanına gidip gelemem şu an, o vakte kadar teknolojiden faydalanmak durumundayız.
Neyse… Bunları düşündüm. O sırada Düşünce Gücüyle Tedavi kitabını dinliyordum. Kitabı kendimi sevebilmek için okumaya başladım, bazen de dinliyorum. Teyzem ta ben orta okuldayken önermişti bu kitabı, üstünden 20 yıl geçmiş, ancak başladım. Kitap da 25 yıl önce yazılmış ve tam olarak bu zamanlardaki enerji ve meditasyon çalışmalarında söylenenleri anlatıyor. Bir yerinde, kendimizin küçük haline bakmamızı söyledi. Ona nasıl davranırsınız dedi, sarılıp korkmaması için telkin edersiniz. Hiçbirine evet demedim. Dövmek, kızmak, aşağılamak istedim küçük beni. Dolayısıyla kitapta yazan her kelimeye “yüöö” diye karşı çıka çıka yürüdüm. Ona kızdıktan sonra, yapacaklarınızı yaptıktan sonra, içinizdeki her şeyi çıkardıktan sonra ne yapardınız dedi, rahatlar mıydınız, daha ne olsun isterdiniz dedi. Rahatlamazdım, diye geçirdim içimden. Rahatlamam için, hiç var olmaması gerekirdi çünkü. Böylesine ezik bir çocuğun dünyada ne işi var?
Çocuk halimizi affetmemizi istedi. Tabii ki de affetmedim. Neyini affedeceğim?
Sonra dedi ki; madem öyle, onun sizi affettiğini söylediğini düşünün…
O an ağzım açık kaldı. Boşluğa düştüm. Hiç böyle düşünmemiştim. Küçük Gezgin Keçi beni affediyor… Bana, “Beni aşağılamalarını, değersiz görmelerini, sevmeyişini, her yanlışımda vuruşunu, her üzülüşümde hak ettiğimi söyleyişini ve bunlar sebebiyle buruk büyüdüğümü görmemeni affediyorum.” dediğini düşündüm ve ağlamaya başladım. Psikopat davranışlarımı affetti küçük ben… Her şeye rağmen affetti. Benim öldürmek istediğim o küçük ben, şimdiki beni affetti. Canına kıymak istememi bile affetti…
Düşünemiyorum şu an. Resmen sebeplerim tükendi. Çatışacak konum, söyleyecek sözüm yok sanki, bulamıyorum.