Ofise geldiğim sıradan bir gündü. Ay sonu olmasına rağmen o kadar yoğun değildik. Birkaç işim olur, sonra boş kalırım diye düşünüyorum. Hiç de öyle olmadı…
Yan masamda oturan arkadaşım, odası alt katta olan genel yayın yönetmenine dizgi yapmaları için seslendi. Bir süre sonra yüreğimi hoplatan kadın geldi masamın yanına. Esmer tenine müthiş yakışan siyah, göğüs dekolteli, fırfırlı eteği olan mini bir elbise ve sarı zebra desenli, yine siyah süet bir ince topuklu çizmeyle karşımdan gelerek sol tarafımdaki masaya geçti, bir tabure çekti, oturdu. Saniyede 5 adım atan, hızlı bir kadın kendisi; ama o bana doğru gelişi neredeyse 60 saniye falan sürdü benim gözümde.
Mis kokusu halen burnumda. O kadar pahalı kokular kullanıyor ki, geçtiği yerden bir ömür geçmiyor o esans. Dizgiye başlamadan önce, sabahki toplantıda yaşadığımız krizi ele aldılar. Daha sonra benim haberlerimi dizmeye başladılar. Haberlerin biri, Alaçatı’daki bir etkinliktendi ve fotoğraflar üçgen vücut, kaslı, bronz erkeklerle doluydu. Onlar ağızlarının suları akarak dizgi yaparken ben de kendi işimi yapıyordum ama öyle bir “Offf” çekiyorlardı ki, gülümsedim. Gülümsememi gördü genel yayın yönetmeni, ardından o da gülümsedi. Bir süre gözlerine baktım. Çok uzun gibi geldi ama değildi kesinlikle.
Daha sonra bana haberle ilgili birkaç şey sordu, cevapladım ve ayağa kalktı hızlıca. Aşağı kattaki odasına doğru hızlı adımlarla giderken durakladı. Arkasını döndü, telefonuna bakıyordu, kafasını hiç kaldırmadı. Bir şey söyleyecek gibi olsa da hiçbir şey demeden gitti.
Alt kattaki tuvalete gitmek için yerimden kalktım. Tuvalet, onun odasının hemen yanındaki kapıydı. Her seferinde onu görüyordum ama hep arkası dönük oluyordu. Benim geldiğimi görmezdi hiç. Yine aynı şekilde görmedi. İç çekip işime devam ettim.
Yerime oturmuş, haber yazmaya devam ederken, “Kıvırcık,” diye seslendi, “hemen gelmen lazım, acil!”. O bir şey istediğinde, ikiletmeden yapmak lazım, çünkü despot, katı, sinirli, lafını esirgemeyen, çalışkan, iş bitirici bir bireydir kendisi.
Şayet işini geciktirirsen kibarca ağzına sıçar ve kendinden geçersin. Payladığı kişilere denk geldim. Büyük büyük insanlara karşıydı hem de.
Kalktım ve büyük adımlarla ama cool bir tavırla odasına doğru gittim. Kapının arkasında durmuş, “Sen biliyorsun, şuna bir bakar mısın?” diyerek beni odanın ilerisine çağırdı. İçeri adım attığım gibi kapıyı kapatıp kitledi. Ben gözlerim büyümüş ona bakarken bir anda kollarımı kaldırdı ve duvara yasladı. Nefesini boynumun sağ tarafında hissediyordum. Göğsüm kalkıp inmeye başladı, kalbimin hızlanmasıyla nefes alışım düzensizleşti, ağzım kurudu.
Uzun sürmedi…
Dudaklarımı dudaklarıyla ıslattı. Hem parfümü, hem ağzından gelen nane kokusu, hem duruşu, hem beni tutuşu, dominant oluşu yere basışımı engelliyordu. Yüksekteydim, uçuyordum. Ellerimi bıraktı, ellerini kalçama götürdü ve ani bir hareketle yüzümü duvara yasladı bu sefer. Boynumu öpmeye başladı. O kadar sıcaktım ki, duvar buz gibi değiyordu yüzüme. Avuçlarımı göğüs hizamda duvara yaslamıştım. Kalçalarımdan ellerini çekip omuzlarıma götürdü, okşayarak kollarımdan bileklerime gitti, oradan da memelerime. Kasıklarım atmaya başladı.
Yüzüne doğru döndüm ve dudaklarına yapıştım. Sırtımdan tutup, odasındaki iki kişilik deri koltuğa yatırdı beni. Üstüme çıktı, tişörtümü yukarı doğru sıyırdı. O sırada telefonu çaldı. Hiçbir şey demeden açıp konuşmaya başladı, “Yoldayım, geliyorum, birazdan orada olurum,”. Sıyrılan tişörtümü düzelttikten sonra kapının yanında duran aynadan saçını ve rujunu düzeltti. Elimden tutup ayağa kaldırdı. Sessizce kilidi açıp, yüksek sesle “Teşekkür ederim Kıvırcık ya, iki dakikada hallettin hocam, helal sana!” dedi ve dışarı çıktık beraber. Rica ettim ve masama doğru yol aldım, o da arkamdan geliyordu. Kalçama dokundu ve çıkışa doğru yolunu değiştirdi. Halsizce masama geçtim. Suratımda şaşkın bir ifade, bir yandan da gülümsüyorum hâlâ o andaymış gibi. Neyse işime devam ediyorum. Yeni haberler gelmiş elime, hemen baskıya hazırlamam lazım.
Ah, her yanım o kokmuş…
from WordPress https://ift.tt/clXqAUk
via
IFTTT