Karaciğer yağlanması için gastroentrolojiye gitmeye karar verdim fakat o bölüme başka bir uzman doktorun yönlendirmesiyle gidilebiliyormuş. Ben de genel cerrahiye randevu aldım. Bugündü randevum. Anlattım durumu. Dedi ki, et yemeyeceksin; proteinsiz besleneceksin 15 gün boyunca, sonra da kontrole gel. Proteinsiz mi?
Ben aval aval bakınca doktor açıklama yaptı: "Hayvansal ürün yeme; süt, peynir, yumurta, et, tavuk, balık. Kuru fasulye ve bakla da yeme. Salata ye bol bol, akşamları 3 ceviz ve günde 3 litre su. Makarna yiyebilirsin, mantar yiyebilirsin. Ama proteini kes ve 15 gün sonra gel, bakalım." Uyku problemimi, halsizlik ve sinirli halimi söyledim, metabolizmamdanmış o.
Şimdi sorum, sorunum şu:
Ben ne yiyeceğim? Şaştım kaldım.
Ne yenir ki? Aklıma bir şey gelmiyor.
Tiroit yüzünden bazı sebzeler de yasak zaten.
Öğrenci insanın da yediği şeyler bellidir; annem kadar çok yemek bilmiyorum ben. Türlü, pilav, tavuk şiş, kebap, iskender, makarna, tarhana çorbası, yüksük çorbası ve erişteli mercimek. Neredeyse bu kadarla sınırlı benim bilgim.
[contact-form to="gozdelicious@gmail.com" subject=""Protein yasak" tavsiyeleri"][contact-field label="İsim/Nick" type="name" required="1" /][contact-field label="E-Posta" type="email" required="1" /][contact-field label="Website" type="url" /][contact-field label="Yorum/Tavsiye" type="textarea" required="1" /][/contact-form]
16 Mayıs 2016 Pazartesi
13 Mayıs 2016 Cuma
Kendimi keşfetme anılarımdan bir demet
Geçende doktora giderken, yolum uzun diye Spotify'ı açtım. Tatu'nun All The Thing She Said'i çıktı karşıma. Kısa ya da uzun yolculuk olsun, otobüste giderken cam kenarındaysak ve kulağımızda müzik varsa mutlaka hayallere dalarız. Bunu yapmayan yoktur herhalde.
Hemen daldım ben de tabii. Tatu'yu keşfettiğim ilk yıl: 2003. Eurovision Şarkı Yarışması ve Sertab Erener; en sevdiğim Türk sanatçının yarışmadaki performansını çok merak ediyordum ve ne göreyim: t.A.T.u! Birkaç gün önce de en yakın arkadaşım Tatu'yu bilip bilmediğimi sormuştu. Ben de evet demiştim ama benim bildiğim Tatu çizgi roman karakteri olan Tatu'ydu (ya da tatuu ya da tutuu ya da tatoo). "A öyle mi?" dedi, "lezbiyenlermiş biliyor musun?".
Oha! Lezbiyen mi?! KALPKALPKALPKALP
Şaşkınlığa uğradıktan sonra "Ha sen karikatürü demiyorsun. Yok bilmiyorum onu." deyip bitirdim konuşmayı ve eve gider gitmez araştırmaya başlayacaktım tabii ki de!
2001'de doğum günü hediyesi olarak bilgisayar almıştım ve birkaç yıl sonra da çevirmeli bir internet bağlantımız oldu. İnternete bağlanmak istediğim zaman çıkan seslerde de sanki birisi pat diye konuşacakmış gibi gelirdi. Neyse, araştırdım baktım ettim falan, ohuuu lezbiyenlermiş! Hemen CD'ciden Tatu kliplerini edindim. Öyle bir olay vardı: İnternetten video izlemeyi bilmiyordum ve karışık kaset doldurmak gibi karışık klip CD'leri yaptırırdım ben içinde Shakira, Jennifer Lopez ve t.A.T.u'nun olduğu.
Böylelikle ilk -minik de olsa- farkındalığımı yaşadım. Ha sonra bunu unuttum mu,evet!
Tatu'yu ilk keşfettiğim zamanları hatırlayınca kendimi nasıl keşfettiğimi falan da hatırladım tabii. Pink, Angelina Jolie, Tatu posterleri. Gazete ve dergilerden kesilen Shakira, Tatu, Nehir Erdoğan (Okul filminden sonra aşık olmuştum) fotoğrafları. Memleketteki odamdaki çalışma masamın dolap kapaklarının iç kısımlarında hala yapışıklardır. Bunlardan ayrı bir de Tobey Maguire ve Spider-man posterleri, fotoğrafları, çıkartmaları vardı. Pink şarkıları dinleyip dalardım; onun şarkılarını bulması Tatu'nunkilerden daha kolaydı.
Sonra çevirmeli internet bağlantısı gitti ve Ixir, Superonline, e-Kolay geldi ama yine de klip veya şarkı bulamıyordum, çünkü Google yoktu. Ne zaman ki Türk Telekom'un 1 mbit internetine geçtik, o zaman Youtube'u falan keşfedip bolca Tatu klibi izledim; hatta animasyonlu olanları, Sims ile yapılmış olanları bile!
2003 Eurovision'dan sonra Eurovision'u da hiç kaçırmadım. Ruslana, Helena Paparizou'ya falan aşık olmuştum.
Lisede bir sürü kız arkadaşım vardı (sevgili değil), hepsi de beni nasıl severdi anlatamam! Öpmedikleri yerim yoktu. Birisi abartıp göğüs kafesimi bile öpüyordu. O kadar seviliyordum. Nasıl bir şirinlik sıçıyormuşsam artık. Pek arkadaşı olmayan arkadaşlarım da her seferinde "nasıl bu kadar çok arkadaşın var? oha o kızlarla nasıl arkadaş oldun sen ya?" deyip dururlardı. Şeytan tüyü zaar. Bu her tarafımın öpülmesi olayı hoşuma giderdi ama daha fazlasını düşünemedim. Dur, yalan olmasın, lise sonda bir kere en yakın arkadaşımla öpüşsek nasıl olur acaba diye düşünmüştüm ama sonra hemen kafamdan attım bunu, iğrenç geldi. Düşün, Tatu'ya da heyecanlanıyorum o zamanlarda. Kendi üzerimde olduramıyordum ama olan hoşuma gidiyordu.
Sonra break dance'a başladım. O zamanlar internette forumlar vardı. Sofia Boutella, break dance, hip hop, grafiti, Tatu forumlarına falan üye olmuştum. Rap yok aralarında, dikkat. Sevemedim rap'i. Bir tek Eminem vardı, o da melodiliydi zaten. O forumlardan hem Tatu'yu seven hem de break dance yapan arkadaşlar edindim! Şansa bakar mısın? Mesajlaşmalar, "çok iyi değil mi"ler... Bu olayları da unuttum bir zaman sonra.
Lisede diğer sınıflardan benden hoşlananlar olduğunu falan öğrendim ama ben birisiyle çıkmaktan nefret ettim hep. Gittiğimiz gezilerde, otobüste yanıma oturmaya çalışanlar, yanağım okşayarak uyandıranlar falan... Ben de hoşlanır gibi oluyordum ama sonra bir iğrenme geliyordu.
Sonra 2010'da ilk erkek arkadaşa sahip oldum. Spor salonundaki hocamdı kendisi. O sıralarda yine spor salonundan bir sürü adam numaramı alıp beni dışarı çıkarmayı istiyor, durmadan mesaj atıyor, doğum günlerine falan çağrılıyordum. 20 yaşındayken baya sükse yapmışım demek ki. Ben erkek arkadaşımdan başkasına bakamadım pek. Şansıma erkek arkadaşım da GAY çıktı. Biseksüel değil, gey. Çünkü biz ne öpüştük, ne de bir şey yaşadık. Benden sonra da sadece erkeklerle birlikte olduğunu gördüm, sahte erkek Facebook hesapları açıp kendisini kekledim falan. Eskiden "keklemek" vardı değil mi? Öyle öğrendim sadece erkeklerden hoşlandığını, kadınlarla zorunlu olarak "çıkmış".
Sonra ben eşcinsellerden iğrenmeye başladım ve iğrenen bir arkadaş çevresi edindim. Hep beraber "onlar ölsün!", "Allah kimseyi doğru yoldan çıkarmasın!" falan diyorduk! Nasıl gülüyorum şimdi buna. Adam pısırık da bir şeydi tamam mı; nasıl böyle açılabildi, nasıl ve neyine güveniyor, niye korkmuyor diye kendime sora sora birden bende açıldım! Gizli gizli kadınlarla konuşmalar, lezbiyen siteleri hesapları falan filan derken bir arkadaşım beni o sitelerden birinde görmüş. Dışarı çıktığımız bir gün birbirimize komik bir şekilde açıldık.
Sonra Tumblr'da fenomen olmuş şirin lezbiyen kadınları takip ettim. Sonra Pretty Little Liars'ı keşfedip Emily'ye özendim durdum. Tumblr'da PLL ve Emily sayfalarını takip ettim. Yine hayaller tabii... Ben de böyle açılabilecek miyim? Benim de sevgilim olacak mı? Ben de öpüşecek miyim? Ben de sevişebilecek miyim bir kadınla? Arkadaşlarım ve ailem de beni kabul edebilecek mi? Özenip durdum. Ne hayaller ama.
Gittiğim yurt dışı gezilerinde hayallere devam ettim, sonra insanlarla tanıştım, öyle öyle kendime güvenim geldi.
Bir gün en yakın arkadaşlarımdan biri olan ev arkadaşıma açılmaya karar verdim. Çok normal karşıladı. Neden ilk olarak ona açıldım onu da söyleyeyim; kadın hetero olmasına rağmen hangi mekana gitsek bir kadın buna yazıyordu! Ben de "ulan bana niye yazmıyorlar" diye sinirlenip dururdum. Neyse, o da bu duruma gülerdi sadece, hiç nefret söyleminde bulunduğunu görmedim; eski ben'in aksine! Derken derken tüm çevreme açıldım, bir iki tanesi dışındakilerin hiçbiri sorun etmedi. Nasıl mutluydum!
Yıllar sonra Tatu'yu yeniden hatırladım ve şarkılarını daha iyi anlıyordum bu sefer ve o da ne? BİSEKSÜELLİK! Hem kadından, hem erkekten hoşlanma durumuymuş. Tatu da böyleymiş: He loves me, he loves me not, she loves me, she loves me not. Hatta sonra birisinin çocuğu oldu. Çok sevmiş olduğum erkek arkadaşımdan sonra dedim ki, ha ben de biseksüelim o zaman! Etiket şart! Sonra ben ikisini(Tatu) sevgili sandığım için, hayal kırıklığı yaşadım, bu da ikinci hayal kırıklığı anıydı sanırım. İlki, KaosGL sayesinde katıldığım bir video öykü atölyesiyle hatırladığım ve kafamda oturttuğum bir kreş anımdaydı; 1995 yılında, kreşte bir öğretmenime aşıktım ve o bir gün bana kızmıştı, başka erkek çocuklarla konuşmuştu, onlara sarılmıştı, sonrasında "ben o kreşe bir daha gitmem!" diye bağırarak kreşe bir daha gitmemiştim. Çünkü ona aşıktım, her an onu düşünür dururdum, el hareketlerini, suratını, saçlarını... Demet Kreş. Bu ilk hayal kırıklığımdı.
2001 yılında orta okuldayken İngilizce öğretmenlerime aşık oldum. Memleketteki evde bulunan eski defterlerime bakınca da iyice anlayabiliyorum; her tarafa kalpler koymuşum, isimlerini yazmışım: I Love Dilek Tosun. O hocamla da şöyle bir anım vardı çok heyecanlandığım: derste bir gün bir kalem istemişti ve o kalem de bir tek bende vardı, ben de heyecandan nasıl "BENDE VAR" diye bağırdıysam "sen ne şirinsin ya" diye yanağımı okşamıştı. Eminim kıpkırmızı olmuşumdur o zaman. Kalbimin o anki atışını şu anda bile hissedebiliyorum. Sonra beni daha iyi bir İngilizce sınıfına aldılar, oradaki hocama da aşık olmuştum çünkü o da bana bakarak Tarkan'ın şarkısını söylerdi; aynı servisteydik ve her seferinde bana bakıp şarkı söylesin diye Tarkan'ın kasetini almıştım ve serviste her gün o kaseti dinletiyordum! Sonra bir gün o da gitmişti.
2011 yılından itibaren hemen hemen tüm arkadaşlarıma açıldım. Bir sürü sevgilim, bir sürü ilişkim, bir sürü arkadaşım, bir sürü tanıdığım oldu. Geneli de KaosGL sayesindeydi. Ne heyecanlanmıştım; beni o sitelerden birinde yakalayan arkadaşımla beraber gitmiştik derneğe ilk defa. Sonra o arkadaşım da yakın arkadaşım oldu, ev arkadaşım oldu ama sonra bir sevgili yaptı, evden gitti ve bir daha konuşmadık. Neyse işte dernekteki atölyeler, toplantılar, söyleşiler, film gösterimleri, kahvaltılar, partiler derken açıldım da açıldım. O kadar ki, benden hoşlandığını söyleyen insanlara yüz vermediğim için düşman bile edinmeye başladım. Hey gidi Kıvırcık Lahana, nereden nereye...
Şimdi napıyorum?
İyice geciktirdiğim okulumu bitirmeye çalışıyorum sadece. Ne bir etkinlik ne bir arkadaş buluşması. Dışarı bile çıkmıyorum. Yaşlandım diyemem ama bir ara sıkılmıştım o hızlı tempodan ve sonrasında duruldum.
Şu anda bu durgunluktan da sıkılmaya başladım!
11 Mayıs 2016 Çarşamba
Biri bitemezken diğeri başlıyor
Aylardır Hacettepe Diş Fakültesi'ne gidiyorum. Önce, 3 hafta süren diş taşı temizleme işlemi yapıldı. Sonra dolgulara geçildi. Her ay 1 diş. 10 dolgu!
Üniversite hastanesi böyle işte. Devlet de aynı. Yüklü bir para vermediğin sürece sürünüyorsun; son dişin yapılana kadar ilk dişindeki dolgu düşüyor. Dişlerine istediğin kadar iyi bak, bünyendeki bir hastalık dişlerinin çürümesine sebep olabiliyor. Benim, 23 yaşındayken 6-7 dişim aniden çürüdü. Hayatımda dolgu yaptırmamışım, bir anda ağzım dolgu, kanal doldu.
Neyse, diş taşı temizliği yapılırken yanaklarımı gördü doktor. Telaşlandı, hocasını çağırdı. Fotoğraf çekildi, öncesi sonrası yapılacakmış. Bir sürü doktor toplandı başıma. Öyle olunca ben de korktum haliyle. Bir de beni stajyer diş tabibine vermediler çünkü kalpti, tiroitti bir sürü hastalık var bende. Stajyer olsa nasıl telaşa gelirdi ve getirirdi kim bilir. Sonra doktor, dermatoloğa yönlendirdi çünkü önceki biyopsi raporumda doğru düzgün bir hastalık adı yokmuş.
Bir ay dermatologla uğraştım. O da hocasına götürdü beni. Biyopsiye bir de biz bakalım dedi. Yanak içerisindeki sünger görünümlü beyaz pütürleri görünce likenden şüphelenmiş o da. Bir kere incelenen biyopsi, ikinci kez inceleneceğinde ekstra ücret vermek gerekiyormuş, devlet karşılamıyormuş çünkü. Neyse sonunda lökoödem çıktı. Kötü bir şey değilmiş, nedeni de bilinmiyormuş. Kenacort-a verdi yine. Bir ara teyzeme söylemiştim ilacı, "aa diş doktorum bana da verdi, içinde kortizon var onun, kullanma çok" demişti. Çok fazla bir kortizon değilmiş o. Şimdi de dil altımda var bir şeyler; dilimi dışarı çıkardığımda altı sanki dişim sivriymiş de oraya sürtüyormuş gibi acıyor.
Son tiroit kontrolümün üzerinden 6 ay geçmişti, bir de onun kontrolüne gittim Gazi Üniversitesi Hastanesine. Yine 6 tüp kan verdim; hoş, bu seferki azdı, daha önce 9 tüp vermiştim. Bir de ultrason istenmişti ama randevusunu 5 ay sonrasına alabildim. Özelde baktırıp kendi doktoruma götürmeyi planlıyorum. Kan tahlili sonucunu bugün gösterebildim: hashimoto tiroidim kontrol altında ama kansızlık var ve en önemlisi karaciğerde yağlanma çıkmış! Dedi ki doktor: burada önemli olan bu yağlanma, mutlaka bir gastroentrolojiye görün, bir de diyetisyenimize uğra.
Buyur.
Zaten geçen ay, sağ üst bacağımda ve dizin biraz altında şişlik hissedip genel cerrahiye koşmuştum; onlara da bir dokundu doktor, hop lipom dedi. Şaştım kaldım, nasıl bir dokunmayla anladı diye. Sonra kan tahlili yaptı, trigliserid yüksekmiş. Başka bir şeyden şüphelense baktırır ve söyler diye düşündüm.
BİTMİYOR.
Spora da başlayamadım hala.
Diyet listem var aylar öncesinden kalma ve 1 hafta uygulayıp bıraktığım. Ben hayatımda hiç diyet yapmadım ya (insülin direnci varken bile.). Yapmak da istemiyorum ama zorunda kalacağım bu sefer sanırım.
Üniversite hastanesi böyle işte. Devlet de aynı. Yüklü bir para vermediğin sürece sürünüyorsun; son dişin yapılana kadar ilk dişindeki dolgu düşüyor. Dişlerine istediğin kadar iyi bak, bünyendeki bir hastalık dişlerinin çürümesine sebep olabiliyor. Benim, 23 yaşındayken 6-7 dişim aniden çürüdü. Hayatımda dolgu yaptırmamışım, bir anda ağzım dolgu, kanal doldu.
Neyse, diş taşı temizliği yapılırken yanaklarımı gördü doktor. Telaşlandı, hocasını çağırdı. Fotoğraf çekildi, öncesi sonrası yapılacakmış. Bir sürü doktor toplandı başıma. Öyle olunca ben de korktum haliyle. Bir de beni stajyer diş tabibine vermediler çünkü kalpti, tiroitti bir sürü hastalık var bende. Stajyer olsa nasıl telaşa gelirdi ve getirirdi kim bilir. Sonra doktor, dermatoloğa yönlendirdi çünkü önceki biyopsi raporumda doğru düzgün bir hastalık adı yokmuş.
Bir ay dermatologla uğraştım. O da hocasına götürdü beni. Biyopsiye bir de biz bakalım dedi. Yanak içerisindeki sünger görünümlü beyaz pütürleri görünce likenden şüphelenmiş o da. Bir kere incelenen biyopsi, ikinci kez inceleneceğinde ekstra ücret vermek gerekiyormuş, devlet karşılamıyormuş çünkü. Neyse sonunda lökoödem çıktı. Kötü bir şey değilmiş, nedeni de bilinmiyormuş. Kenacort-a verdi yine. Bir ara teyzeme söylemiştim ilacı, "aa diş doktorum bana da verdi, içinde kortizon var onun, kullanma çok" demişti. Çok fazla bir kortizon değilmiş o. Şimdi de dil altımda var bir şeyler; dilimi dışarı çıkardığımda altı sanki dişim sivriymiş de oraya sürtüyormuş gibi acıyor.
Son tiroit kontrolümün üzerinden 6 ay geçmişti, bir de onun kontrolüne gittim Gazi Üniversitesi Hastanesine. Yine 6 tüp kan verdim; hoş, bu seferki azdı, daha önce 9 tüp vermiştim. Bir de ultrason istenmişti ama randevusunu 5 ay sonrasına alabildim. Özelde baktırıp kendi doktoruma götürmeyi planlıyorum. Kan tahlili sonucunu bugün gösterebildim: hashimoto tiroidim kontrol altında ama kansızlık var ve en önemlisi karaciğerde yağlanma çıkmış! Dedi ki doktor: burada önemli olan bu yağlanma, mutlaka bir gastroentrolojiye görün, bir de diyetisyenimize uğra.
Buyur.
Zaten geçen ay, sağ üst bacağımda ve dizin biraz altında şişlik hissedip genel cerrahiye koşmuştum; onlara da bir dokundu doktor, hop lipom dedi. Şaştım kaldım, nasıl bir dokunmayla anladı diye. Sonra kan tahlili yaptı, trigliserid yüksekmiş. Başka bir şeyden şüphelense baktırır ve söyler diye düşündüm.
BİTMİYOR.
Spora da başlayamadım hala.
Diyet listem var aylar öncesinden kalma ve 1 hafta uygulayıp bıraktığım. Ben hayatımda hiç diyet yapmadım ya (insülin direnci varken bile.). Yapmak da istemiyorum ama zorunda kalacağım bu sefer sanırım.
Kaydol:
Kayıtlar (Atom)