|
Buck Mountain Grand Teton |
Yıl 1300'ler.6 birbirine aşık derecesinde yakın arkadaş bir dağa geziye çıktık. O dağın özelliği ise, yıllar boyunca, orada inanılmaz bir paranın saklı olduğu ve kimsenin bulamadığı efsanesiydi.
...
O kadar şanslıydık ki, tesadüfen o paraları bulduk. Herkes elindeki poşete sığdırabildiği kadar aldı. Amacımız, hepsini alıp ortak olarak paylaşmaktı. 3 kişi dönmek için yola koyulmuştuk ve bir süre sonra diğerlerinin arkamızda olmadıklarını fark ettik! Elimizdekileri bir yere saklayıp onları aramak için geri döndük. Yaklaşık 1 saat kadar aradıktan sonra onları, paraları ilk bulduğumuz yerde taşlaşmış olarak bulduk! Ellerindeki torbaları da aynı kendileri gibiydi!
Yüzyıllar sonra, evet "yüzyıllar" sonra o dağın şanını bilmeyen kalmamıştı artık. 2 arkadaşımla beraber oraya tekrar gitmeye karar verdik. Çünkü hem arkadaşlarımızı merak ediyorduk, hem de paraları.
Onların taşlaştıkları yer insan kaynıyordu. Kimisi arkadaşlarımızı kırmaya çalışıyor, kimisi sadece şaşkın gözlerle bakıyordu. O kalabalığı oradan kovmamız gerekiyordu ki neyin ne olduğunu öğrenebilelim. Dağın başında bulunan sivri odun yığınını hareket ettirmeye başladık. Odunlar mızrak gibi yere saplanmaya başlayınca insanlar çığlıklar içerinde kaçırmaya başladılar. Kimisi olduğu yere saplandı, kimisi canını kurtarabildi. Biz de saklanıyorduk. Çünkü o kadar çok odun vardı ki, ufacık veya hızlı hareket eden bir hayvanı bile olduğu yere çivileyebilirdi!
Bittikten sonra Kedi'yi gördüm orada. Beni aldattığı andan sonra onunla pek konuşmak istememiş ve konuşmamıştım fakat diğer arkadaşlarımın yakınıydı ve beraber gezmek zorundaydık. Ne de güzel duruyordu öyle... Saçları kıvır kıvır... Duvara suratı dönük, kollarını yaslamış, başını da kollarının üzerine koymuşken taş haline gelmişti. Ya bir şey düşünüyordu, ya da dinleniyordu o sırada... Suratını görünmüyordu.
Elindeki geniş kabı fark ettim. Duvara doğru dönük olduğu için fark edilememişti herhalde. Poşet de taşlaşmıştı. Bıçağımı çıkarıp, onu oradan kırıp sökmeye çalıştım fakat elim yapışmıştı! Çekmeye çalıştıkça derim kalkıyordu! Parmaklarımı kesmeyi düşündüm fakat cesaret edemedim, derimi soyarak elimi çektim. Tam o sırada taşlaşmış olan arkadaşım kırıldı! Paramparça oldu. Onun kırılmasıyla birlikte diğerleri de paramparça olup kimisi denize düştü kimisi aşağılara çukur açıp oralara girdi.
Aşağıya doğru koşmaya başladım, düşen taşlaşmış poşetleri gözden kaybetmemek için. Bu sırada arkamdan birisinin daha geldiğini duydum. Dönüp baktığımda yaşayan 2 arkadaşımdan birisi değildi bu; taşlaşan arkadaşlarımdan birisiydi! Peşimden koşmaya devam ediyordu. Korku içerisinde ormanda bulduğum bir eve girdim. Ev, inanılmaz güzel dizayn edilmiş ve oldukça zengin birisine aitmiş gibi duruyordu. Hemen bir odaya girdim. Arkamdan eve girdiğini duydum. Odama doğru artıyordu ayak sesleri. Saklandığım odadaki balkona doğru gidip gitmemekte kararsız kaldım bir ara. Adımlarım gitti geldi birkaç kere. Sonra birden balkona doğru koşmaya başladım, tam o sırada kapıdan içeri girdi! Odadan çıkarken elime ne gelirse aldım ki arkama atayım ve tökezlesin. En azından zaman kazanardım. Balkondan, önümdeki ağacın dalına atladım. Atladığım anda dal kırıldı! Düştüm.
...
Karanlıktan sonra etrafımda 5 arkadaşımı en güzel, düzgün kıyafetleriyle ve güler yüzleriyle karşımda görüyordum. Bir tanesi de beni omzuna almış, oradan gülüyordu diğerlerine. Şaşkınlığımı görünce, bir tanesi anlatmaya başladı...
Onlar paraları, para daha çok değerlendiği bir zamanda uyandırılmak üzere, doğayla anlaşıp kendilerini taşlaştırmışlar. Fakat bundan önce çoktan ölmüşler zaten! Doğayla anlaşmaya çalışan kişi, iki taraf arasında kalıyormuş; hem diğer tarafa gidemiyor, hem bu tarafta duramıyor. Görüyor ama dokunamıyor. Ben ve 2 arkadaşım da aslında ölüymüşüz!
...
Doğa bize bir şans vermiş,arkadaşlarımızı bulup huzura erdirebilmek için. Artık hepimiz ölüydük ve mutluyduk... Herkes çok güzeldi... Tertemiz... Saf...